Kayıp Rıhtım Gezegen'e Hoş Geldiniz
Kayıp Rıhtım Gezegen, Rıhtım sakinlerine ait blogların yer aldığı ortak ağdır.
Gezegen'e iniş yapmak için forumda bulunan Gezegen başlığını incelemeniz gerekmektedir.
Sayı #130: Masal
Bazen iyi anlatılmış bir masal tüm korkularınızı unutturabilir. Olmak istemediğiniz yerde olmaya kısa bir mola. Kapıların dışındaki hain karanlığa dur ihtarı. Şimdi kötü kurtlara trafik cezası kesilecek, Korkut Ata sazı eline alacak ya da devler beş çayına gelecek. Masallarda sosyal mesafenin yeri yok.
Anlatmak ve dinlemek bazı gereklilikleri yerine yerleştirebilir. Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nin 130. sayısında kısa bir nefes arası için elliden fazla masal sizi bekliyor.
– 3575 adlı öyküsü ile Dipsiz
– Ağaçlaşma Günü adlı öyküsü ile Oruç Can Hasmaden
– Ala Meşe ve Sonsuzluk Meyvesinin Hikmeti adlı öyküsü ile Kürşat Akbulut
– Âlemlerin Birinden: Bebeklerin Yok Oluşu adlı öyküsü ile Gündoğan İnce
– Anlatıcının Çözemediğimiz Sırrı adlı öyküsü ile S. Ece Kaya
– Ayşekül’e Prens Aşık Oluyor adlı öyküsü ile Sena Gölebakar
– Ballıbelli adlı öyküsü ile Ayşegül Çalı
– Bir Elliliğin Güncesi adlı öyküsü ile Sitare Kansay Sarayönlü
– Bir Kara Kedi Masalı adlı öyküsü ile Pınar Aydoğdu
– Bir Masal da Bana adlı öyküsü ile Dilek Yılmaz
– Bir Varmış Bir Yokmuş adlı öyküsü ile Fatih E. Kaya
– Bir Zamanlar adlı öyküsü ile Dilek Elmas
– Boş Sandık adlı öyküsü ile İdris Erdoğdu
– Büyüklere Masallar adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Dan Dini Dan Dini Dastana adlı öyküsü ile Umut Kaygısız
– Deniz Kızı ve Küçük Leo adlı öyküsü ile Deniz Güneş
– Denizde Yaşayan Gırnata Canavarı adlı öyküsü ile H. Kemal Gündoğdu
– Dinle Evlat adlı öyküsü ile Arif Özgür
– Düğün Alayı adlı öyküsü ile Ayşegül Gezgin
– Dungana’nın Kargışı adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Edebiyat Tanrısı adlı öyküsü ile Onur Şahin
– Elif’in Kuklaları adlı öyküsü ile Zeynep Nur Demir
– Esaret adlı öyküsü ile Funda Kartal
– Gitmesin, Gittiği Yerde Gülmesin Büyüsü adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Hansel ile Gratel Masalındaki Hansel’in Yolunu Kaybetmemek İçin Ardına Bıraktığı Ekmek Kırıntıları İle Yaşadığı Problemlere Dair Küçük Bir Hikâye adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Hediye adlı öyküsü ile Turgay Yıldırım
– Hipnopompi ve Uyku Mansiyonu adlı öyküsü ile Oğuzhan Karacaoğlan
– Hüthüt’ün Alevi adlı öyküsü ile Ali Sarp Sunay
– Kapan adlı öyküsü ile Ayşe Nilay Özkan
– Karmakarışık Duygular Diyarı adlı öyküsü ile Alperen Yaman
– Kim Bilir adlı öyküsü ile Nuri Kurucu
– Kırmızı, Yeşil ve Mavi adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Koca Kötü Kurt adlı öyküsü ile Harun Çimen
– Kozmos’un Gölgeleri adlı öyküsü ile Gaye Keskin, Kasvet Ulu ve Müge Koçak
– Kral’ın Kıymetlisi adlı öyküsü ile Serhat Özcan
– Küçük Bir Gece Masalı adlı öyküsü ile S. Volkan Gün
– Kumdan Kaleler adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Mahareti Meşhur Aydolu ve Şaman adlı öyküsü ile Oğuz Can Acar
– Mahsus Dede adlı öyküsü ile Murat Akgül
– Masal Fısıltısı adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Masal Gibi adlı öyküsü ile Hilal Aras
– Mavi Kelebekler Diyarı adlı öyküsü ile Canan Kuzuoğlu
– Mor Zarf adlı öyküsü ile Nurdan Atay
– Mührün Sırrı 2 adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Nine ve Dağ adlı öyküsü ile Can Berk Tuncer
– Oscar Aldıran Masal adlı öyküsü ile Okan Bedir
– Savrulan adlı öyküsü ile Uygar Özdemir
– Sol Minörden Masala Prelüd adlı öyküsü ile Nur Morçiçek
– Son Masal adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Süpermem adlı öyküsü ile Ümit Yaşar Özkan
– Tanrı Çocuk adlı öyküsü ile Gökay Yıldız
– Ters Düz Bir Peri Masalı adlı öyküsü ile Emine Nihan Acar
– Tilki, Buğday ve Amnezi Masalı adlı öyküsü ile Ruken Barış
– Tuluat’ın Düşü adlı öyküsü ile İlgi Uğuroğlu
– Tuzlu İzler adlı öyküsü ile Neslihan Sezgin
– Yaratılış adlı öyküsü ile Erdem Tekin
Masal temalı sayımızın illüstrasyonu, Kayıp Rıhtım yazar ekibinden Uygar Özdemir’den geldi. Kendisine bu harika çizimi için tekrar teşekkür ediyoruz.
Gelecek sayı biraz farklı olacak. Haziran ayı seçkinin yıl dönümü. Ancak sizden kısa bir nefes arası da bizim için vermenizi rica ediyoruz.
Sürprizlerle dolu özel sayımızı, haziran ayında değil Temmuz 2020’de yayımlayacağız. Sizden doğrudan alacağımız öyküler ise Ağustos 2020 sayısı için olacak.
“ARAF” temalı öykülerinizi 25 Temmuz 2020 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz. Her zaman olduğu gibi Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı lütfen unutmayın.
Temmuz ayında özel sayı ile burada olacağız. O zamana kadar geçmiş yıllarda hazırladığımız özel sayılara buradan ulaşabilirsiniz.
Sağlıklı kalın. Keyifli okumalar!
Onur Selamet
Londra Nehirleri | Kitap İnceleme
"Londra Nehirleri tam olarak Harry Potter büyüyüp polis teşkilatına katılsa işlerin nasıl olacağını anlatıyor. Eğlenceli ve fazlasıyla muzip."-Diana Gabaldon
Sigortacıları protesto et, diye akıl yürüttüm. Sicilyalılar Protestan’dır? Sicilyalılar her boku protesto eder? Sicilya patatesleri bir harikadır? Yanlışlıkla protesto meraklısı, patates sever Sicilyalıların arasına mı düşmüştüm?
Science points east, I wondered? Science is portentous, yes? Science protests too much. Scientific potatoes rule. Had I stumbled on the lair of dangerous plant geneticists?
Neredesin sen?!
Geçen gün bilinmeyen bir numara beni aradı. Ben de gayri ihtiyari açmış bulundum. Ben daha alo bile demeden karşıdan öfkeli bir kadın sesi geldi.
"Neredesin sen?!"
"A-Alo?"
"NEREDESİN SEN DEDİM!"
"Eee... Kimi aramıştınız?"
"Bırak numarayı! Cevap ver bana!"
"Kimsiniz hanımefendi?"
"Asıl sen kimsin?!"
"İhsan ben. Siz kimsiniz?"
"Kim, kim?"
"İhsan..."
"..."
"...alo?"
"Ay, yanlış oldu galiba!"
GÜM! diye kapattı sonra da telefonu suratıma. Evlenmeden neredesin sen diyen hatun azarı da işittim ya, ölsem de gam yemem artık :)
Geçmişin Gölgesi...
Karaktersiz karakter!
Sayı #129: “Virüs Öyküleri”
Tarihe tanıklık etme hissinden yorulduk. Felaketler sırayla kapıdan içeri giriyor. Elleri dolu. Hoş gelişler, hayırlı oluşlar. İçeri geçip oturuyorlar. Terlik yetişmiyor. İçerisi sıcak. Soğuk. Yağışlı. Kurak.
İçeride nefes almak çok zor. Boğaza oturuyor. Felaketler hediye kutularını işaret ediyor. Açmayacak mıyız? Terlikleri bile eş değil. Gözleri parlıyor. Onları kızdırmak istemiyoruz. Kolonya ikram etsek, terliğin tekini bulsak ya da hiçbir şey demeden hepsini kapı dışarı etsek.
Mümkün değil. Diğer odaya geçip paketi açmalı. Kutunun duvarları titreşip duruyor. Diğer hediyeler hâlâ salonda bizi bekliyor. Kurdele çözülüyor. Sadece rüzgâr ve kanat sesleri.
Köşedeki battaniyenin altına geçip salonda bizi bekleyenleri unutmak istiyoruz. O sırada aklımıza gelen bütün öyküleri bir bir anlatıyoruz. Biz susana kadar salondakiler yok oluyor.
– *C 19 m11* adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Adı Malum adlı öyküsü ile Tunahan Kafa
– Ağıtlarla Mühürlenmiş Sessizlik adlı öyküsü ile Funda Kartal
– Akça Vadi’nin Bağrında Yetişen Semavi Kız adlı öyküsü ile Oğuzhan Karacaoğlan
– Al Köpüklü Yağma adlı öyküsü ile Cihangir D.
– Alev Topu adlı öyküsü ile Turgay Yıldırım
– Araştırma adlı öyküsü ile Dilek Elmas
– Arınmış Krallığın Esareti adlı öyküsü ile Kürşat Akbulut
– Aşkın Bir Rengi Olsa adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Balığın Günlüğünden adlı öyküsü ile Umut Kaygısız
– Belgaroth’un Düşüşü adlı öyküsü ile Samet Yayla
– Bir Yokoluş Alegorisi (Deliryum) adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Birinci Gün adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Büyük Şeyler adlı öyküsü ile Oruç Can Hasmaden
– Dayanılmaz Acı adlı öyküsü ile Nuri Kurucu
– Dışarıda Sahipsiz Bir Balon Var adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Dyo Istories adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Etimolojik Kaos adlı öyküsü ile Erdem Tekin
– Femirüs adlı öyküsü ile Sitare Kansay Sarayönlü
– Gece Gölgesi adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Günayaz adlı öyküsü ile Mehmet Önder D.
– Hurdacı adlı öyküsü ile Okan Bedir
– K1 adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Kıvılcım adlı öyküsü ile Erdem Aydınlı
– Kızıl Sis Öyküsü adlı öyküsü ile Mustafa Bozkurt
– Koza adlı öyküsü ile Tolga Eligül
– Lanete Dönüşen Masum Dilek adlı öyküsü ile Dilek Yılmaz
– Naime ile Kazım adlı öyküsü ile Atakan Güngör
– Neviruz adlı öyküsü ile Enver Yunusoğlu
– Ölümle Hasbihâl adlı öyküsü ile Murat Çelik
– Ölümle Yaşam Arasında Geçen Günler adlı öyküsü ile Ayşegül Çalı
– Popstranın Boy Aynası adlı öyküsü ile Sena Gölebakar
– Proje: Aldva adlı öyküsü ile Ali Sarp Sunay
– Salgın ve Şaman adlı öyküsü ile Oğuz Can Acar
– Sekizinci Sabah adlı öyküsü ile Yakup Akgül
– Sessizlik adlı öyküsü ile Samet Öz
– Şeytanların Düşüşü adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Sır adlı öyküsü ile Naki Selmanpakoğlu
– Son Oda adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Sorular adlı öyküsü ile Zübeyr Kocaaslan
– Tuhaf Bir Sabah adlı öyküsü ile Alperen Yaman
– Uyan, Uyanır Mısın, Evrensel Bir Mesajımız Var adlı öyküsü ile Aycan Gökgöz
– Virüs Kim? adlı öyküsü ile Büşra Nur
– Viyolog adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Yedi Yüz adlı öyküsü ile Nurdan Atay
– Yok Eden Evlat adlı öyküsü ile İlhan Kahraman
– Yuvaya Veda adlı öyküsü ile Kemal Sinan Özmen
129. defa okurun karşısına geçtiğimiz bu sayıda “VİRÜS ÖYKÜLERİ”ni konuk ettik. Tema illüstrasyonu Furkan Avcı’dan geldi. Kendisine çizimi için teşekkür ediyoruz.
Gelecek ay 130. sayıda “MASAL” teması ile karşınıza çıkacağız.
Masallarınızı 10 Mayıs 2020 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresinden bizimle buluşturabilirsiniz.
Hikâyelerinizi paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’na mutlaka göz atmayı unutmayın.
Sağlıklı günler diliyoruz,
Onur Selamet
Sayı #128: “Mühür Öyküleri”
Tüm dünyayı mühürleyip gitmek için en doğru an’dayız. Kaçamadığımız her saniye gerçekler biraz daha büyüyor. Gözlerimizin içinde dönüp duran görüntüler hiç tekin değil.
Hepsini sonlandıracak gücümüz yok. Ama kırabileceğimiz bazı mühürler var. Onları bozup bazı hayallerin özgür kalmasını sağlayabiliriz. Birbirimize hikâyeler anlatabiliriz.
Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi 11. yılına doğru hızla ilerlerken 128. sayısında “Mühür Öyküleri“ni konuk etti.
– 3. Ay Çağı: Ortkhan Miti adlı öyküsü ile Samet Yayla
– Açılmamış Mektuplar adlı öyküsü ile Kürşat Akbulut
– Afiyet Hanım ile Kuru Sultan Arasındaki Et Dalaşına Dair adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Ağırlık adlı öyküsü ile Sitare Kansay Sarayönlü
– Asım Bey’in Tuhaf Hikâyesi adlı öyküsü ile Nuri Kurucu
– Bir Gezegenin Kapatılışı adlı öyküsü ile Oruç Can Hasmaden
– Burun Delikleri ve Nohutlar adlı öyküsü ile Osman Eliuz
– C19 adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Cadı Katı adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Düşük Bütçeli adlı öyküsü ile Selim Haskırış
– Eti Senin Kemiği Benim adlı öyküsü ile Murat Akgül
– Exlibrisin Gizlediği adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Gerçeğin Hüznesi adlı öyküsü ile Ferhad Butimar
– Görülmüştür adlı öyküsü ile Hasan Alkan
– İadeli Taahhürlü adlı öyküsü ile Erdem Tekin
– İkinci Kez Doğmak Mümkün mü? adlı öyküsü ile Tunahan Kafa
– Kara Orman ve Şeker Koması adlı öyküsü ile Oğuzhan Karacaoğlan
– Kırk Milyonuncu Kurban adlı öyküsü ile Funda Kartal
– Koca Ana’nın İzinde adlı öyküsü ile Ümit Yaşar Özkan
– Küçük Bir Ziyafet adlı öyküsü ile Turgay Yıldırım
– Kutsal Mühür adlı öyküsü ile İlhan Kahraman
– Kutu adlı öyküsü ile Dilek Elmas
– Lahitteki İz adlı öyküsü ile Gürkan Akpınar
– Lâl Mühür adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Moht adlı öyküsü ile Abdullah Emre Aladağ
– Mührün Sırrı adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Mührünü Yalayanlar Cemiyeti adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Mühür Kafalı Bacılar adlı öyküsü ile Ziya Şeker
– Nereden Bakarsan adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Okyanuslar ve Kaptanlar adlı öyküsü ile Kemal Sinan Özmen
– Palyaço, Parmak, Çocuk adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Sen Nasıl Bi’ Kralsın Ya! adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Siyah Kardan Adam adlı öyküsü ile Kubilay Duzman
– Sızım Sızım Dünya adlı öyküsü ile Deniz Yenihayat
– Son Mühürsüz Evrak adlı öyküsü ile Eyüp Can Yalçın
– Tepegöz ve Şaman adlı öyküsü ile Oğuz Can Acar
– Uyuyalım mı? adlı öyküsü ile Umut Kaygısız
– Zarfın Gizemi adlı öyküsü ile Kubilay Günay
128. defa sazı elimize aldığımız sayı işte böyle gelişti. Yeni temanın illüstrasyonu ise Melike Aysal‘dan geldi. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Nisan 2020 teması ise birçok okurumuzun tahmin edebileceği gibi “VİRÜS” oldu.
Virüs temalı öykülerinizi 6 Nisan 2020 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
Öykülerinizi bizlere ulaştırmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’nı dikkatlice okuduğunuzdan lütfen emin olun.
Gelecek sayı yine burada olmayı umut ediyoruz. Biraz daha yaşamayı.
Kendinize dikkat edin,
Onur Selamet
Sayı #127: “Piramit Öyküleri”
Tarihin gizemli yanları içimizi kemiren birer kurt. Kayıp kıtalar, bilinmeyen ırklar, kaybolan emanetler… Piramitler. Nasıl inşa edildiklerini izah etmek uzmanların işi. Kimi tahminlerle her şeyi baştan kurmak ise hikâye anlatıcılarının. Anlatmak insanı kemirip duran kurtları bir süreliğine de olsa oyalıyor.
Bir süreliğine de olsa hep birlikte doyuyoruz. Sırları çözmek için fazla iddiasızız. Yeni sırlar yaratmak için fazla yorgun.
Anlatmak için daima hazır.
Piramit Öyküleri, Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nin 127. konuğu oldu.
– 0. Kat adlı öyküsü ile Tunahan Kafa
– Abanoz Muhakeme adlı öyküsü ile Oğuzhan Acar
– Adayan adlı öyküsü ile Nuri Kurucu
– Akhenaton Bir Mısır Tanrısı adlı öyküsü ile Nadire Yıldırım
– Alfa adlı öyküsü ile Çağrıl Taştan
– Artık Güvercinlere Yer Yok adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Arzın Merkezine Tepetaklak adlı öyküsü ile İlker Çonay
– Atmacanın Yankısı adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Ayrılış adlı öyküsü ile Murat Gil
– Badem Lal Denizlerde Sonsuza Dek Yüzecek adlı öyküsü ile Murat Akgül
– Ben, Razga adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Bir Garip, Üç Tanrı adlı öyküsü ile Oruç Can Hasmaden
– Bir Tanrının Günlüğü adlı öyküsü ile Emre Eryılmaz
– Bir Zelanda Hikâyesi adlı öyküsü ile Latif A. Kaya
– Boşluklu Safidan ile Uçkuhan adlı öyküsü ile Sena Gölebakar
– Buluşma adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Büyük Gün adlı öyküsü ile Sina Ahmet İşsever
– Camdan Piramit adlı öyküsü ile Elif Öner
– Dört Yüz adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Eğer adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Ekinoks Horoskopu ve Zodyak Vahası adlı öyküsü ile Oğuzhan Karacaoğlan
– Gönülsüz Yolculuk adlı öyküsü ile Günay Hakan
– Her Dilek Bir Ölümden Gelir adlı öyküsü ile Kürşat Akbulut
– Katil Maslow Tarafından Planlanmış Bir İntihar Vaka’sı adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Kemik Biti adlı öyküsü ile Okan Bedir
– Khnum’un İradesi adlı öyküsü ile İbrahim Halil Özakıncı
– Kim? adlı öyküsü ile Umut Kaygısız
– Kökler ve Dallar adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Mimar Nemjed adlı öyküsü ile Bahadır Satır
– MO adlı öyküsü ile Kubilay Duzman
– MOSES-RISE adlı öyküsü ile Çağlar Bozkurt
– Nereden Çıktı Bu Geometri Sevdası? adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Ölüm Piramidi adlı öyküsü ile Selçuk Şakır
– On Katlı Birinsan Piramidinin İçinden Geçenler adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Piramidin Elçisi adlı öyküsü ile Kemal Sinan Özmen
– Piramidin Sırrı adlı öyküsü ile Sitare Kansay Sarayönlü
– Piramidin Sureti adlı öyküsü ile Mustafa Bozkurt
– Saat Altıda Piramit’te adlı öyküsü ile Aycan Öztekin
– Sakkara’nın Laneti adlı öyküsü ile Emrah Çetinkaya
– Tanrı Tohumu adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Tarikat adlı öyküsü ile Dilek Yılmaz
– Taşeron adlı öyküsü ile Önder Baran Tunç
– Yalın ve Ballı adlı öyküsü ile Eren Kalkavan
– Yaşamın Çekiciliği Ölümdendir adlı öyküsü ile Funda Kartal
– Zamanın Kumları adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
Sırların arasında kaybolup yeni maceralara atıldığımız Seçki’de, 127. ay işte bu şekilde tamamlandı. Yeni sayının kapağı ise Emre Alagöz’den geldi. Ayrıca biraz aşağıda Piramit Öyküleri için yine sevgili Alagöz tarafından hazırlanan alternatif kapağa da ulaşabilirsiniz.
Mart 2020 temasında “MÜHÜR” ile karşınızda olacağız.
Mühür temalı öykülerinizi 7 Mart 2020 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Öykülerinizi bizimle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı ihmal etmeyin.
Gelecek sayıda görüşmek üzere, keyifli okumalar!
Onur Selamet
Yeni Çeviri: Witcher Evreni
Sayı #126: “Uçan Daire Öyküleri”
2020. Bilimkurgu anlatılarında karşımıza çıkabilecek bir sayı. Uçan kaykaylar, ışınlanma, gezegenler arası yolculuk… Beklentiler bu yöndeydi. Elimizde ise genel anlamda yanan bir ateş topu var. Söndürmek için yapılabilecekler sayılı.
Hikâyeler anlatmak bunlardan birisi. Olabilir. Öyle umuyoruz. Yangına suyla koşmanın en güzel yolu.
Her şeyi değiştirecek bir dış güç. Bekleniyor. Bir kahraman. Bir kıyamet. Bir uzaylı istilası. Yine de cevabı kendinde aramak daha doğru. Uçan daireler şu an etrafımızda uçuşsa diğer an evlerine dönmek isteyebilir.
Burası ne dost ziyaretine ne de istilaya uygun. Burada kendi kendimizi bitirmenin kitabı yazılıyor. O kitaba savaş açan öyküler ise hemen aşağıda.
Uçan Daire geri dönsün.
– 0204 Sokak adlı öyküsü ile Emrah Çetinkaya
– 45 Saniye adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Açlık adlı öyküsü ile Selçuk Şakır
– Ankara Semalarında Uçan Daire ve Bir Ajan adlı öyküsü ile Gökhan Kırdı
– Aşk Bu Mavi Mermerlere Yazılı adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Aşkın Tahripkâr adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Aydaki Balta adlı öyküsü ile Eren Kalkavan
– Balonlar Daire Değil ki adlı öyküsü ile Bahadır Uğur Yüksel
– Başı Sonu Yok adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Bekçi adlı öyküsü ile Mustafa Özgör
– Bu Bir Star Wars Hikâyesi Değildir adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Daireler adlı öyküsü ile Murat Akgül
– Dairesel Üçgen adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Deve Kuşu adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Dolunay adlı öyküsü ile Osman Eliuz
– Düş Telaşı adlı öyküsü ile Sema Dursun
– Galaksinin Koruyucuları adlı öyküsü ile Murat Çelik
– Geceye Doğru adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Gizli Gözcüler adlı öyküsü ile Oğuzhan Acar
– Göçmen Ağaçlar Diyarında Bir Gün adlı öyküsü ile Ecem Engin
– Hayali İcat adlı öyküsü ile Serçe Şahin
– Hepsini Anlatıyorum adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– Her Biri Bir Öykü Hayatın Tuhaflıkları: Bir Uçan Daire Macerası adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– İstilacı Küplere Çamurdan Muskalar adlı öyküsü ile Ümit Yaşar Özkan
– Kaçış Planı adlı öyküsü ile Tunahan Kafa
– Karanlığa Veda adlı öyküsü ile Kemal Sinan Özmen
– Kırmızı Pabuçlar adlı öyküsü ile Sitare Kansay Sarayönlü
– Küçük Bir Hayal adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Nebula adlı öyküsü ile Nur Morçiçek
– Pax Yozgat adlı öyküsü ile Önder Baran Tunç
– Quetzalqualt adlı öyküsü ile Çağrıl Taştan
– Saçmalık adlı öyküsü ile Mustafa Bozkurt
– Som Bahar İçin Adım Bohçaları I adlı öyküsü ile Serhat Merdivenci
– Üç Saat adlı öyküsü ile Atakan Güngör
– Üçüncü Çocuk adlı öyküsü ile Handan Aygül
– Uçurulmayan Daire, Yıkılan Hayaller adlı öyküsü ile Oruç Can Hasmaden
– Yadigâr adlı öyküsü ile Deniz Kazanoğlu
– Yatır adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Yeşil Işık adlı öyküsü ile Sina Ahmet İşsever
Uçan Daire istilasına uğradığımız 126. sayımız işte bu şekildeydi. Yeni sayımızın kapak illüstrasyonu ise Murat Gürdal Akkoç tarafından çizildi. Kendisine güzel çizimi için bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Şubat 2020 sayımızın temasını “PİRAMİT” olarak belirledik.
Piramit temalı öykülerinizi 5 Şubat 2020 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Öykülerinizi bizimle paylaşmadan önce lütfen Öykü Gönderim Koşulları’na dikkatlice göz atın.
Gelecek sayı yeniden görüşmek üzere.
Keyifli okumalar!
Onur Selamet
Yeni Yazar Çevirmek Ya da Çevir(e)memek...
Sayı #125: “Mızrak Öyküleri”
Mızrağın düştüğü yerde anlatılacak sonsuz öykü var. Yola çıktığı an, havada süzülüşü, irtifa kaybı, toprağın içine saplanışı. Orada filizlenen yeni bir yaşam. Anlatmaya değer sayısız ihtimal.
Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi sayısız ihtimalleri değerlendirmek için çıktığı yolculuğuna devam ediyor. 125. sayıda “Mızrak Öyküleri” anlatılıp durdu.
Davetli listesi oldukça kalabalıktı:
– Adı Olmayanlar adlı öyküsü ile İlker Balcı
– Afet-i Mızrak adlı öyküsü ile Tan Tansel
– Agamendo’nun Esiri adlı öyküsü ile Seba Begum Guler
– Altın Toz adlı öyküsü ile S. Ece Kaya
– Avcı adlı öyküsü ile Selçuk Şakır
– Aynadaki Yolcular ~ Son adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Bir Gece Anıt Mezarda adlı öyküsü ile Selim Haskırış
– Bir Orman ve Maden Hikâyesi adlı öyküsü ile Ramazan Bulur
– Bobokombo adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Bolkar’ın Mızrağı adlı öyküsü ile Ezgi Akbulut
– Çağlar Boyu İlmihal adlı öyküsü ile Mehmet Tarık Sevim
– Cehennemde Cümbüş Gezileri adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Cesedimi Uzaya Gömün adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Dijital Mızrak adlı öyküsü ile Eren Kalkavan
– Dünden Bugüne On Sene adlı öyküsü ile Gürkan Akpınar
– El Fatiha adlı öyküsü ile Serçe Şahin
– Geç Kalan Ölüm adlı öyküsü ile Taha Enver Arman
– Gecede adlı öyküsü ile Sitare Kansay Sarayönlü
– Gecikmiş Kıyamet adlı öyküsü ile Önder Baran Tunç
– Günceler adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Güneş Bir Mızrak Boyu Daha Yükseldikten Sonra adlı öyküsü ile Aycan Gökgöz
– Hastalıklı Mutluluk adlı öyküsü ile Okan Bedir
– Hisler, Anılar, Acılar adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Horus’un Gözü, Nil’in Anahtarı adlı öyküsü ile Pelin Kaboğlu Öğreten
– İkna Olunur mu? adlı öyküsü ile Hilal Kırkgöz
– İmbroza adlı öyküsü ile İlgi Uğuroğlu
– Kalbi Dışarıda Doğan Kızla, Kırk Yıldır Öfkesi Dinmeyen Adamın Hikâyesi adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Kelebeğin Rüyası adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– O Akşamüstü Neler Olduğunu Çok Geç Anladım adlı öyküsü ile Osman Alp Denizler
– Razga’nın İğnesi adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Sarı Kurtuluş adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Sırtımdaki Mızrak adlı öyküsü ile Nazan Çinko
– Spaknios’un Ruhu adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Sultanın Mızrağı adlı öyküsü ile Gökhan Kırdı
– Telephos’un Yarası* adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Traka’nın Kayıp Mızrağı adlı öyküsü ile Nurdan Atay
– Yanlış Anlaşılan Aşk Destanları adlı öyküsü ile Aycan Öztekin
Mızrak Öyküleri ile geçen 125. sayımızda durumlar işte böyleydi. Temanın illüstrasyonu ise Öykü Su Baskın’dan geldi. Kendisine bu güzel çalışması için tekrar teşekkür ediyoruz.
Yeni yılın ilk sayısında yine burada olacağız. Ocak 2020’nin teması “UÇAN DAİRE” olarak belirlendi.
Uçan Daire öykülerinizi 1 Ocak 2020 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
Çalışmalarınızı bizlerle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’nı dikkatlice okumayı lütfen ihmal etmeyin.
Yeni yılda görüşmek üzere.
Keyifli okumalar dileriz!
Onur Selamet
Mieville, Bekle Beni!
Yeni Paris’in Son Günleri | Kitap İnceleme
“Kulak tırmalayan bir feryat caddeyi dolduruyor. Thibaut aniden vazgeçip bir sütun kalıntısının arkasına sığınıyor, silah doğruluyor. Savaş ona nasıl çok kıpırtısız durulacağını öğretti.”
“Caddeyi bir feryat dolduruyor. Thibaut kendini çabucak yere atıp, silahını doğrultmuş bir vaziyette bir sütun kalıntısının arkasına siper alıyor. Savaş sayesinde nasıl bütünüyle hareketsiz kalabileceğini biliyor.”
“Dev ayçiçekleri her yerde kök salmış ve ayakaltındaki otlar patlama zamanına kadar mevcut olmayan bitkilerle beneklenmiş: gürültü çıkaran bitkilerle; hareket eden bitkilerle. Âşıkların çiçekleri, eliptik gözlerden yaprakları ve Thibaut temkinli bir şekilde geçerken, sallanarak onu izleyen, sapları olan yukarı doğrulmuş yılanların ağızlarında demet haline gelmiş, dönüşümlü olarak atan çizgi kalpleri.”
“Dört bir yanı dev ayçiçekleri bürümüş ve zemini kaplayan çimenlerin arasında S-Patlaması’ndan önce var olmayan bitkiler var: ses çıkaran, hareket eden bitkiler. Göğe doğru yükselen yılan biçimli saplarının ağzındaki oval gözlerden ve nabız gibi atan, karikatürize kalplerden ibaret taç yapraklarıyla yanlarından dikkatle geçen Thibaut’yu izleyen, salınan âşık çiçekleri.”
“Thibaut kendi külüstür tüfeğini getirip ateş ederken askerin kaşları çatılıyor ve tabii ki ıska geçiyor, adam aptal ve yavaş, onu hâlâ seyrederken Thibaut tüfeğini yeniden doldurup yine ateş ediyor, bu kez disponibilité ve onu yere seriyor.”
“Asker kaşlarını çatarken Thibaut külüstür tüfeğini kaldırıp ateş ediyor ama tabii ki ıskalıyor. Aptal ve yavaş biri olan adam hâlâ kendisine bakarken Thibaut tüfeğini doldurup tekrar, bu kez disponibilité ile (buraya bir çevirmenin notu eklenebilir) ateş ederek onu vuruyor.”
“Messerschmitt’i ele geçiren bahçe uçak tuzaklarından daha kötü şeyler de var.”
“Messerschmitt’i ele geçiren uçak kapan bahçelerden çok daha kötü şeyler de var.”
“‘Fransız İşi mi?’” dedi. “O ilanda yazan şeyin söylediği bu, öyle değil mi? Başka ne olabilir ki?”
“O seni bunun bir Yahudi işi olmadığı konusunda bilgilendiriyor,” dedi Fry.
“‘Fransız İşletmesi’ mi?” dedi. “Orada yazan şey bu, değil mi? İyi de başka ne olabilir ki zaten?”
“O tabela seni buranın bir Yahudi işletmesi olmadığı konusunda bilgilendiriyor,” dedi Fry.
Sayı #124: “Kara Delik Öyküleri”
Onun midesine düştüğümüzde her şey, o an sonlanır sanmıştık. Aksine. Baştan başladı. Yepyeni bir dünya. Kara deliğin fütursuz kaosu. Böyle kucaklanmak istememiştik.
Evrenin tüm o sivri köşelerine çarpa çarpa deliğin içine çekilirken bunun bir son olmasını dilemiştik. Aksine. Baştan başladı.
İçinde sonsuz hikâye vardı. Yaralarımızı sararken hepsini dinlemek istedik. Duyduklarımız bizi teselli etmedi. Ama yeniden başladığımız için memnunduk. Yeterince dinleyince bir tane de biz anlattık.
– 6’lı Revolver adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Ama Leke Hep Karnımda Duruyor adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Antarktika Burada Başlıyor adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Beni Duyuyor musun? adlı öyküsü ile Aycan Öztekin
– Bildiri adlı öyküsü ile Eren Kalkavan
– Çöl Rüzgârları adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Derinlere Doğru adlı öyküsü ile Kerim Can Çalputu
– Delik Kara adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Doğum adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Feyyaz adlı öyküsü ile Okan Bedir
– İçinde Ukde Kalan Aksakallı Güvercin Üçlemesi adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– İp Üstünde Yürümek adlı öyküsü ile Naki Selmanpakoğlu
– Karadelik Kitabevi adlı öyküsü ile Erdem Aydınlı
– Karanlıkta Bırakan Ölü Yıldızlar adlı öyküsü ile Merve Türker
– Karanlıktan Yazıyorum, Sevgilerle adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Kestanemtrak adlı öyküsü ile Serhat Merdivenci
– Kibirli Kibrit adlı öyküsü ile Aycan Gökgöz
– Kurgucuk adlı öyküsü ile Ümit Yaşar Özkan
– Rölativite adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Septhia adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Toluluto Gezegeni adlı öyküsü ile Pelin Kaboğlu Öğreten
– Uzayın Sonu adlı öyküsü ile Mehmet Can Öner
– Z-512 adlı öyküsü ile Mehmet Ali Uysal
Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nin 124. durağında bir kara deliğin içine düştük. Öyküler her yanımızı sardı. Temanın illüstrasyonu ise Furkan Avcı’dan geldi.
Gelecek ay sizlerle 125. defa buluşacağız. “MIZRAK” temalı öykülerinizi bekliyoruz.
Temaya uygun öykülerinizi 2 Aralık 2019 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizimle buluşturmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’nı dikkatlice okumayı lütfen ihmal etmeyin.
Başka öykülerde görüşmek üzere.
Keyifli okumalar dileriz,
Onur Selamet
Kara Prizma Hakkında
Kara Prizma'nın devam kitabını ben çevirmeyeceğim. Annemin rahatsızlığından ötürü çevirilere uzunca bir süre ara vermek zorunda kaldım.
İthaki Yayınları'na da birkaç ay önce durumu ilettim, görüştük. Ve hem sizleri daha fazla bekletmemek hem de seriyi geciktirmemek için devam kitaplarının başka bir çevirmen tarafından tercüme edilmesinin daha iyi olacağı konusunda hemfikir olduk.
Sizlerden neredeyse her gün bu konuyla ilgili soru aldığım için bu açıklamayı yapma ihtiyacı hissettim.
Anlayışla karşılayacağınızı umuyor, özürlerimi sunuyorum.
Sayı #123: “Pinokyo Öyküleri”
Tarihin ilk yalan makinesi. Kendisini ele vermekte dünya markası. Bolca tahta ve tantana. Tüm bu makinenin çalışma sebebi ise öyküler anlatmak. Doğru olmadığını bildiğimiz. Yine de dinlemekten imtina edemediğimiz öyküler.
Uzayan bir burnun üstüne dönüp duran gezegenler. Anlatının sınırları Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi’nde bir kez daha genişliyor.
Söylenen son yalanlar işte aşağıda:
– 15 adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Ablak Surat ile Uzun Burun adlı öyküsü ile Faruk Korkmaz
– Adem ile Badem adlı öyküsü ile Aycan Gökgöz
– Amnezya, Kâbus ve Hatıra adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– Ben Yoruldum Hayat adlı öyküsü ile Duygu Özkan
– Bil Bakalım Sen Kimsin adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Bir Burun Hikâyesi adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Bu Masalın Perisi Yok adlı öyküsü ile Okan Bedir
– Burgazada’ya adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Burnun Nereye Uzarsa Uzasın Seviyoruz Seni adlı öyküsü ile Ziya Şeker
– Çamgözü Ormanı adlı öyküsü ile Kaan Şahin
– Defin adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Dilek adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Dişime Takılı Küçük Yazılı Kâğıt adlı öyküsü ile Aynur Türk
– Kör “Gepetto” Galip ve Vefasız Oğlan “Pinokyo” Musa adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Kuklalar Cemiyeti’nin Zımpara Partisi adlı öyküsü ile Derin Manavoğlu ve Elif Şeyda Doğan
– Mor adlı öyküsü ile Nazan Çinko
– Nasılsın? adlı öyküsü ile Hilal Kırkgöz
– Navgat’ta Bir Akşamüstü adlı öyküsü ile Gürkan Akpınar
– Necmi adlı öyküsü ile Erdem Aydınlı
– Ölüme Doğmak adlı öyküsü ile Ahmet İşcan
– Pin-ok-yo adlı öyküsü ile Cüneyt Gültakın
– Pinokyo Gebze’de adlı öyküsü ile Emre Özpek
– Pinokyo İçin Bir Masal adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Pinokyonun İntikamı adlı öyküsü ile Aycan Öztekin
– Post-Pinokyo adlı öyküsü ile Suavi Kemal Yazgıç
– Sinyor Pinokyo’nun Büyük Çaresizliği adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Tahta Kuklalar İçin Ağlama Yastığı adlı öyküsü ile Serhat Merdivenci
– Teknobeveyn adlı öyküsü ile Tan Tansel
– Uyan ve Hükmet Küçük Kukla adlı öyküsü ile Ezgisu Karakaya
– Yalansavar Pinokyo adlı öyküsü ile Recep Çelik
– Yine de Boğulacak Gibi adlı öyküsü ile Osman Alp Denizler
Henüz söylemediğimiz bazı yalanlar da var. Bunları aklımızda tutuyoruz. Sonraki sayı sizinle buluşmak için. Biraz daha kurmak gerekiyor.
PİNOKYO temalı 123. sayımızın illüstrasyonu Efecan Sezer’den geldi. Sevgili Sezer’e bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Gelecek ayın temasını ise “KARA DELİK” olarak belirledik.
“KARA DELİK” temalı öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com adresine, 26 Ekim 2019 tarihine kadar gönderebilirsiniz.
Öykülerinizi bizimle paylaşmadan evvel Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı lütfen unutmayın!
Gelecek sayı yeniden görüşeceğiz.
Keyifli okumalar dileriz,
Onur Selamet
Evladiyelik Ciltler, Ömürlük Hediyeler
Annemin rahatsızlığı nedeniyle son birkaç aydır hastanelerde koşturduğumdan (hatta bir nevi orada yaşadığımızdan) birçok şeyden uzak kalmıştım. Bunlardan biri de JBC Yayıncılık'ın Batman Günü'nde düzenlediği Jock imza günüydü (Kendisi dünyaca ünlü bir çizerdir). Hatta sadece imza günüyle sınırlı kalmayıp üstadın birbirinden müthiş çizimleriyle dolu "Jock & Sanat" adlı koleksiyonluk eserini de bastılar.
Ama işte... Sağlık sorunlarıyla boğuştuğumuzdan ne gidip görmek kısmet oldu bu ustayı ne de imzasını almak. Diyordum kiiiii... JBC'nin sahibi Ertan Ergil'den hayatımın en büyük sürpriz hediyesini aldım. Durumumu bilen, sık sık arayıp bir ihtiyacınız var mı diye soran Ertan abi bana bir Jock & Sanat gönderdi. Hem de adıma imzalı!
Bitmedi. Bir de üstüne Jock'un çizdiği meşhur "Batman: Kara Ayna" macerası ile benim için gelmiş geçmiş en iyi Batman serüveni olan "Öldüren Şaka"nın karton ciltli, büyük boy özel baskılarından da yollamış.
Her üçü de tam anlamıyla evladiyelik, muhteşem birer eser olmuş. Özellikle Öldüren Şaka'nın hem eski hem de yeni renklendirmesini içermesine bayıldım. O sayfaların dönemin kağıt kalitesiyle basılması da beni eski günlere götürdü.
Çok teşekkürler Ertan abi, iyi ki varsın.
Sayı #122: “Hurda Öyküleri”
Kara ceketli insanlar giysilerinden sıyrılıyor. İçlerinden can çıkmazsa hurda çıkıyor. Kalpleri ve mideleri. Kolları ve bacakları. Eskiciye sattığınız, ömrü henüz tükenmemiş nesneler birilerine vücut vermiş. Aramızdalar. Gıcırdayarak etrafımızda dolaşıyorlar. Sıcak olmayan bakışları ve ritmik adımları var. Gür sesleri ve soğuk demirden elleri var. Bazılarımızdan biraz farklı ama en az bizim kadar canlı. Biz eşyaları eskittikçe artıyorlar. Biz tükettikçe çoğalıyorlar.
Aralarında nefes almaya yelteniyoruz. Öyle çok, öyle ağır ve öyle küflü ve paslılar ki, boğuluyoruz. Kurtulamayacağımızı anlıyoruz. Sonra, çaresizlikte çare arıyoruz. Arta kalan hurdaları üst üste koyup kendimize ev yapıyoruz. Sonra, o evde ses arıyoruz. Nesnelerden duvarlarımızı yıkıp bize ulaşmaya çalışıyorlar. Sesler yükselmeye başlıyor. Zamanla azalıyoruz. Artık daha çok bağırmamız gerekiyor.
Söze şöyle başlıyoruz:
– 9/H Sınıfı veya Kötü Kokulu Bir Öykü adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Ağaç Hurda adlı öyküsü ile Mehmet Ali Uysal
– Antikacı Köylü adlı öyküsü ile Nedim Doğan
– Apeiron adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Arabalara Neler Oluyor? adlı öyküsü ile S. Ece Kaya
– Arabalarım ve Hurdalarım adlı öyküsü ile Özgün Salih Usal
– Aşk Hurdalığı adlı öyküsü ile Atlas Canöte
– Aynadaki Yolcular adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Bay Hurdacı adlı öyküsü ile Hilal Onay
– Bu Eski Dünya Onundur adlı öyküsü ile Gökay Yıldız
– Cezve adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Çok Sıcak Bir Günde Gelen Gök Beyaz Bir Kız adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Çöpçü adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Deli İşi adlı öyküsü ile Hatice Tuba Pacci
– DGS Dersane Grubu Hayal Kırıklığının İsyanında adlı öyküsü ile Ziya Şeker
– Duvar adlı öyküsü ile Efsane Karayilanoglu Toka
– Dünya Bir Hurda Yığını adlı öyküsü ile Osman Alp Denizler
– Gece Yürüyüşleri adlı öyküsü ile Emre Nazım Mert
– Gölgeye Saklananlar adlı öyküsü ile Ezgisu Karakaya
– Hayal Hurdacısı adlı öyküsü ile Abdullah Emre Aladağ
– Horoz Öttü adlı öyküsü ile Selim Haskırış
– Hurda Adam adlı öyküsü ile Emre Özpek
– Hurda Okyanusu Yolculuğu adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Hurdacı adlı öyküsü ile Nurdan Atay
– Hurdacı, Hurdaları Alma adlı öyküsü ile Çağlar Karatuğ
– Hurdalara Ne Oluyor? adlı öyküsü ile Umut Yakar
– İfrit Kelâmı adlı öyküsü ile Merve Aydın
– İnsan Hurdalığı adlı öyküsü ile Alper Orhan
– İnsan Hurdalığı adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Kaptan Galaksi’nin Z Planı adlı öyküsü ile Ümit Yaşar Özkan
– Kirpas adlı öyküsü ile Ebuzer Kalender
– Kırlangıç Yağmuru adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Kurşun Düşler adlı öyküsü ile Duru Akarsu
– Munchkinimi Seviyorum adlı öyküsü ile Aynur Türk
– Sonlu Olasılık adlı öyküsü ile Ferhad Butimar
– Yaşam Hurdacısı adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Yer ile Gök Arasında; İncelikler Üzerine adlı öyküsü ile Aycan Gökgöz
Hurda temalı 122. sayımızın illüstrasyonu, Eren Ersoy tarafından çizildi. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Gelecek ay sizden “PİNOKYO” temalı öyküler bekliyoruz.
“PİNOKYO” öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com adresine, 26 Eylül 2019 tarihine kadar gönderebilirsiniz.
Hikâyenizi bizimle paylaşırken Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı unutmayın!
Gelecek sayı görüşmek üzere.
Keyifli okumalar!
Elif Şeyda Doğan
Sayı #121: “Balina Öyküleri”
Balina bizi yuttuğunda şanslıydık. İçerisi düşündüğümüz kadar karanlık değildi. Biraz daha ışık olabilirdi. Oldu. Islak duvarlara sözler söylenebilirdi. Söylendi. Balinanın içinde yalnız değildik. Birbirimizi bulduğumuzda önce pek sevinmedik. Keşif henüz bitmemişti çünkü. Sonra sen bana hikâyeni anlattın.
Ben de sana bir şeyler söyledim. Bu tam olarak bir hikâye değildi. Beğenmedin. Eksik olanı sordum. Söyledin. Sesim yoktu. Sesimi nerede bulabilirim dedim. Elimden tutup balinanın içindeki kaydıraktan kaydık.
Balinanın midesindeki sandık şimdi önümüzde. Açınca içindekiler dışarı saçıldı. Ses geri gelmişti:
– 52 adlı öyküsü ile Ümit Yaşar Özkan
– Açlık adlı öyküsü ile Ali Burak Işık
– Akvaryumda Balina Besleyebilir miyim Annecim? adlı öyküsü ile Haluk Kapucuoğlu
– Altın Balina adlı öyküsü ile Ufuk Yasin Yurtbil
– Artemisia ve Antíokhos’un Mucizesi adlı öyküsü ile S. Ece Kaya
– Aşkımızı Parfüm Yedi adlı öyküsü ile Ziya Şeker
– Avcı adlı öyküsü ile Murat Çelik
– Aydın adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Balina Ana adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Balina Dışkısı Suyu adlı öyküsü ile Zilan Damla Polat
– Balina İçinde Aliana Tiyatrosu adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Balinalar Atmosferin Dışına Neden Çıkarlar adlı öyküsü ile Duru Akarsu
– Bir Balina Masalı adlı öyküsü ile Orçun Uzunhan
– Boğaz’da Balina Görüldü adlı öyküsü ile Selim Haskırış
– Deniz adlı öyküsü ile Gökay Yıldız
– Deniz adlı öyküsü ile Kübranur Akyol
– Derdi Kendinden Büyük adlı öyküsü ile Vector
– Derinden Gelen Dehşet adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Gece Kılıcı adlı öyküsü ile M. Gökay Okutucu
– Giderken adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– İki Nokta Bir Boynuz adlı öyküsü ile Ercan Sözeri
– Işıkla Gelen adlı öyküsü ile Samed Arslan
– Kâbus adlı öyküsü ile Aycan Öztekin
– Kayıp Çocukluğum Yahut Amber adlı öyküsü ile Hatice Vera Şahin
– Kozmik Balina Avı adlı öyküsü ile Batuhan Kaluç
– Kürenin Yarattıkları adlı öyküsü ile Oğuzhan Koç
– Martin adlı öyküsü ile Özgün Salih Usal
– Mavi-Oluklu’nun Çağrısı/Yankısı adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Migaloo’nun Çığlığı adlı öyküsü ile Ezgisu Karakaya
– Nurgül adlı öyküsü ile Erdem Aydınlı
– Okyanusun Kalbi adlı öyküsü ile Umut Külen
– Pisboğaz adlı öyküsü ile Tan Tansel
– Pizza ve Koca Balina adlı öyküsü ile Muhammed Atakur
– Püskürtün Zepevenkleri* adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Sessiz Tanrı adlı öyküsü ile Haluk Çevik
– Sızı adlı öyküsü ile Nazan Çinko
– Umpatada – Şamanik Bir Yolculuk adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Yanılsama adlı öyküsü ile Osman Keçeli
– Zapt adlı öyküsü ile Oktay Türesin
Balina temalı 121. sayımızın illüstrasyonu, Seçki’nin gediklilerinden Özgür Puluç tarafından çizildi. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Gelecek ay sizden “HURDA” temalı öyküler bekliyoruz.
“HURDA” öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com adresine, 25 Ağustos 2019 tarihine kadar gönderebilirsiniz.
Hikâyenizi bizimle paylaşırken Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı unutmayın!
Gelecek sayı görüşmek üzere.
Keyifli okumalar!
Onur Selamet
Ejderhanın Yolu'nda Türkçe Kelimeler
10. Yıl Özel: Dede Korkut’un Kayıp Öyküleri
İpin ucu nerede kaçtı, hatırlamıyoruz. Sadece her ay toplanıp belli bir temada öyküler yazalım istemiştik. 10 sene önce. Durmak aklımıza gelmedi. Sorguladığımız tek şey yalnızca bundan sonrasıyla ilgiliydi.
Neticede 10 yıl geçti. Kayıp Rıhtım Aylık Öykü Seçkisi durmanın, soluk almanın ne olduğunu bilmemeye devam ediyor. Geçirdiği evrimle her sayı başka bir noksanını tamamlıyor. Zamanı büküp bizi ileri taşıyor. Küçük solucan delikleri zaman kavramını sorgulatıyor.
Zaman asla yalnız gezmiyor. Yanında bir görevle geliyor. Edebiyatımızda unutulan, değeri bilinmeyen kapıları gururla aralama hevesini içimize işliyor.
Dede Korkut da onlardan birisi. Kendisini 6. Yıl Özel sayımızda bir kez anmıştık. Peki şimdi neden tekerrür peşindeyiz? Hayır, değiliz. 2019 başka bir yıl. Belki de bu toprakların edebiyatını kökünden değiştirecek bir buluş yaşandı.
Kayıp Dede Korkut nüshalarından birisi Türkistan’da bulundu. Bu parça şimdiye kadar gün yüzüne çıkmamış “Salur Kazan’ın Yedi Başlı Ejderhayı Öldürmesi” boyunu da karşımıza çıkardı.
Yeni destan, yeni sözler derken akıllara sürekli tekrarlanan başka bir soru geldi: Ya hâlâ kayıp olan başka destanlar da varsa? Araştırmacılar bu durumu hayli olası buluyor.
Bizse çoktan kararı verdik bile. “Dede Korkut’un Kayıp Öyküleri”ni oturup en baştan anlatalım istedik. Üstümüze hiçbir kalıp giymeden, bir Dede Korkut destanı gönlümüze nasıl güzel geliyorsa öyle yola çıktık. Bilimkurgudan polisiyeye, günümüzden tarihin tozlu sayfalarına serbestçe uyarlanan bu destanların her biri; bir yerlerde keşfedilmeyi bekleyen nüshalara ait olabilir. Aksini iddia etmeniz mümkün değil.
Öyleyse birçok şeyi kenara bırakalım ve bir kez daha hikâyeye inanmayı tercih edelim.
Bundan başka dünyaların da olduğunu, anlatılacak hikâyenin sonsuz ve aynı zamanda biricik olduğunu bilelim.
Yola çıkarken yazarlarımıza eşlik etmesini dilediğimiz tek ruh Korkut Ata’ya aitti. Okurlarımız için de dileklerimiz aynı.
– Ağıt adlı öyküsü ile Uygar Özdemir
– Ahenkli Ölüler Panayırı adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Akla Kara adlı öyküsü ile S. İpek Ortaer Montanari
– Alaz Cazı’nın Bebelerin Yüreğini Pişirdiği adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– At, Boynuz, Kartal adlı öyküsü ile Onur Şahin
– Basat ile Depegöz’ün Buluşması adlı öyküsü ile Murat Başekim
– Bey’e Kuruntunun Musallat Olduğu adlı öyküsü ile Sinan Haholu
– Dede Korkut Günlükleri: Baba ve Oğul adlı öyküsü ile Dipsiz
– Dede Korkutun Sıfırıncı Hikayesi adlı öyküsü ile İsmail Yiğit
– Egzistans 13: Kopuz adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Göçer Konar Halkın Gizil Soyu adlı öyküsü ile Murat S. Dural
– Gramofon adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– İsimsiz adlı öyküsü ile Seran Demiral
– Karayılan Cek’in Tuhaf Hikâyesi adlı öyküsü ile Ruhşen Doğan Nar
– Korkut’un Albızı Tamuya Göndermesi adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Korkut’un Dede Olduğu adlı öyküsü ile Hamit Çağlar Özdağ
– Kunalı Oğlu Atsız’ın Oğuz’a Bilenmesi adlı öyküsü ile Osman Eliuz
– Kurban ya da Boğaç Han’ın İmtihanı adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Kutlu Bey Boran’ın Izdırabı Malum Olur adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– Post Bozkurtlar adlı öyküsü ile Emrecan Doğan
– Sakırtlak Han’ın Kıyameti adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Sıfırıncı Destan adlı öyküsü ile Mümin Can
– Son Ucu Ölümlü Dünya adlı öyküsü ile Umut Yakar
– Söylence adlı öyküsü ile Ufuk Yasin Yurtbil
– Unutulma Cezası adlı öyküsü ile Gökcan Şahin
– Yarım Kalan Hikâye adlı öyküsü ile Alper Kaya
Biz anlatmaya devam ettikçe hikâyeler yaşamaya devam edecek. Kaybolup gitmeleri ciddiye aldığımız bir durum değil.
Bütün ciddiyetsizliğimizle yapmaya çalıştığımız şey de bu zaten. Hatırlatmak. Başlamadan biten efsaneler, çözülmeyen bilmeceler, unutulan canavarlar, hatırlanması gereken destanlar, kendimize has süper kahramanlar… İşte buradayız. Hatırlıyoruz.
10. Yıl Özel sayımızın illüstrasyonu da özel bir sanatçıdan geldi: Ebrahel Lurci. Hem illüstrasyon hem de heykel alanında yetkin işler veren Lurci’yi pek çok karanlık heykelden ve birbirinden kıymetli kitapların kapaklarından hatırlıyoruz. Kendisine huzurlarınızda bir kez daha teşekkür etmek isteriz.
Ağustos ayının temasını sizlerle daha önce paylaşmıştık. “BALİNA” temalı öykülerinizi 25 Temmuz 2019 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizlerle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları‘na göz atmayı lütfen hatırlayın.
Son olarak sürpriz bir duyurumuz var: Kayıp Rıhtım Forum’da başlayan bir kıvılcım, kolektif bir ateşe dönüştü ve hızla büyüyor. Artık e-Kitaplar sekmemizden geçmiş sayılarımızın PDF, e-Pub ve Mobi versiyonlarına ulaşabileceksiniz. Bu köşemiz zaman içerisinde güncellenmeye devam edecek.
İşte bu kutlu enerji bizleri durmak fikrinin nasıl bir canavar olduğunu unutturan yegâne şey.
Seçki bütün emekçileri ve okurlarıyla birlikte var. Hep dediğimiz gibi: İyi ki…
Nice on yıllara, hep birlikte.
Herkese keyifli okumalar diliyoruz!
Elif Şeyda Doğan & Hakan Tunç & Onur Selamet
Çevirmenin Çemberi: Gökteki Çakıl Taşı
“Temel olarak bütün yaşamlar tek bir kökenden gelir çünkü hepsi protoplazma dediğimiz kolloidal dispersiyon hâlindeki protein karışımlarından oluşur.”
“Dediklerimi anlıyor musun?”
“Yıldızlara şükürler olsun ki tek kelimesini bile anlamadım. Anlamaya çalışsaydım beynimin sancısından bir köpek gibi havlardım.”
Çevirmenin Çemberi: Kara Prizma
“He ran about as fast as Sanson would run if Sanson carried another Sanson on his back.”
“How easy everyone else seemed to find it to find someone who liked her.”
“Cut square to fit the square hole in the middle of danars.”
“Adın ne?” diye sordu Kip’e.“Kip,” dedi Kip.“Peki Kip.”
“Oğlan tepenin zirvesine yaklaşırken tepenin zirvesinde hareket başladı.”
“Surlara saldıran adamlar eninde sonunda savunmanın zayıf noktasını bulacaktı ama o zamana dek surlara saldıran adamlar ölmeye devam edecekti.”
“İşte şimdi tam bana benzedin Ahmet,” dedi Ahmet.“Umarım bu plan işe yarar Ahmet,” dedi Ahmet.“Merak etme Ahmet,” dedi Ahmet.
Sayı #119: “Sağır Sultan Öyküleri”
Bazen küçük bir deyimin bile üzerimizde çokça etkisi vardır. İçinde taşıdığı anlam, basit bir söz dizimi olmaktan öte, eski masalların konusunu barındırır. Belli eder bir şekilde bunu. Sağır Sultan da böyle bir çağrışım yapar kulaklarınıza. Belki onun kulakları ağır işitir, belki bir tanrı tarafından lanetlenmiştir. Yine de, duyuverir sizi. O zaman yer yerinden oynar.
İşte yeri yerinden oynatmaya ara verip Seçkimize konuk olan Sağır Sultan hikâyeleri 119. sayımıza böyle konuk oldu. Bakalım öyküleriyle bu iki kelimeye can vermiş yazarlar, bizleri ne gibi maceralara davet ediyorlar.
– Adım Sultan adlı öyküsü ile Tuğba Korkmaz
– Ailemizin En Büyük Sırrı adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Akça Sultan adlı öyküsü ile Yasin Yıldız
– Akşam Sağırlığı adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– A$K adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Bahtsız Bir Suçlu adlı öyküsü ile Pelin Cansu Dede
– Başka Bir Dünya adlı öyküsü ile Nazan Çinko
– Beyaz. Toz. Çığlık. adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Çatlak Patlak, Yusyuvarlak, Kremalı Börek ve Sütlü Çörek adlı öyküsü ile Ufuk Yasin Yurtbil
– Çiğ Süt adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Çınla Sonsuz Kere adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Dünya: Bir Muazzamlıklar Gezegeni adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Elvan, Faruk ve Üç Bilinmeyenli Yaşamları adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Gök Sahanlığı Savaşı adlı öyküsü ile Dipsiz
– Gün Doğumu Öncesi adlı öyküsü ile Hakkı Burak Karademir
– Halenzeli İkinci Veysi Sultan ve Onun Trajedik Hükümdarlığı adlı öyküsü ile Atakan Güngör
– Ina’yı Kaleme Almak adlı öyküsü ile Can Başaçek
– Kan Çiçeği ve Mavi Kelebek adlı öyküsü ile Melih Şentürk
– Karanlığın Sesi adlı öyküsü ile Uğur Demirkaya
– Misafir adlı öyküsü ile Melis Tekin Akçin
– Nyks Adasına Dönüş adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Sağır Sultan adlı öyküsü ile Ezgi Aslan
– Sağır Sultan adlı öyküsü ile Sevilay Kaygısız
– Sağır Sultan Hapları adlı öyküsü ile Orçun Uzunhan
– Saltanatın Bedeli adlı öyküsü ile Osman Keçeli
– Sultan Ana adlı öyküsü ile İlgi Uğuroğlu
– Trinevere’nin Sarı Günleri adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Vamor’un Dönüşü adlı öyküsü ile Erhan Yavuz
– Yarığın İki Kurbanı adlı öyküsü ile Nur Toprak
Yeni sayımızın illüstrasyonu da Ece Haskan’ın ellerinden çıktı. Kendisine bu güzel çizim için bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Gelelim yeni sayıya. Bildiğiniz gibi önümüzdeki ay, yani 120. sayımız Seçki’nin 10. yılı olacak. Her yıl olduğu gibi bu sene de sizler için oldukça güzel bir sürpriz sayı hazırlıyoruz. Haliyle bu seçki için sizden öykü alamıyoruz.
Seçkiyi bundan sonra ayın 1’i veya 1’ine yakın günlerde yayınlamak istediğimiz için özel sayımız 1 Temmuz’da sizlerle olacak. Ardından her ay düzenli olarak ayın 1’inde yeni seçkileri yayınlamaya çalışacağız.
Ağustos 2019’un teması BALİNA olarak belirlendi.
Sizleri denizlerin o dev canlıları için kaleme alacağınız maceralara davet ediyoruz. Balina temalı öykülerinizi en geç 25 Temmuz 2019 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizimle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı lütfen unutmayın.
10. yıl özel sayısında görüşmek üzere!
İyi okumalar,
Hakan Tunç
Nasıl???
Sayı #118: “Deniz Kızı Öyküleri”
Efsanelere konu olmak zor iş. Sürekli yanlış anlaşılmak. Kimse durup doğrusunu sormuyor. Tek satırlık gerçek, kulaktan kulağa canavarlaşıp duruyor. Sonra, ‘Bu muymuş?’ diyorlar. Bize böyle anlatmamışlardı.
Bin yıllar geçiyor. Size nasıl anlattıklarını hiç bilmiyoruz. Her saniye, bir başka deniz kızı efsanesi doğuyor. Az önce yine şahit olduk. Üstelik ummadık bir taştı bu. Kayıp Rıhtım. Hakkımızda konuşmuşlar. Üşenmeden, onlarca öykü anlatmışlar.
Yine ne hâllere büründüğümüzü merak ediyoruz. Hepsini dinledikten sonra gerekli mercilere yalanlamalarımızı yapacağız.
O zamana kadar sizleri öykülerle baş başa bırakalım:
– Ademoğlu adlı öyküsü ile Yasin Yıldız
– Adriyatik’in Sakladıkları adlı öyküsü ile Oğuzhan Koç
– Ağlar Deniz adlı öyküsü ile Vector
– Akvaryumun İçi adlı öyküsü ile Dağhan Özek
– Aquanis adlı öyküsü ile Kenan Demir
– Arınma adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Balık Adam adlı öyküsü ile Efsane Karayilanoglu Toka
– Balık Günü adlı öyküsü ile Erhan Yavuz
– Bir Deniz Kızının Öyküsü adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Cuci Otak adlı öyküsü ile Begüm Balcı
– Deniz Kabuğu adlı öyküsü ile Nova
– Deniz Kızı Gördüm Ben adlı öyküsü ile Asım Baran
– Deniz Kızından Çileli Kül Kedisine adlı öyküsü ile Özlem Turgut Şili
– Deniz Kızını Takip Et adlı öyküsü ile Ezgisu Karakaya
– Denizi Sevmeyen Adam adlı öyküsü ile Sema Dursun
– Denizimin Kızı adlı öyküsü ile Mert Arıkan
– Djemilia adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Ekilem adlı öyküsü ile Oktay Türesin
– Fotoğraflar adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Gezegen Baskını adlı öyküsü ile Hüseyin Köroğlu
– Gidecek Yer adlı öyküsü ile Taha Enver Arman
– Gün Doğumu Karanlığı adlı öyküsü ile Hakkı Burak Karademir
– Hayallerinden Düşerken adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– İlk Elçi adlı öyküsü ile İlhami Can Parlakdemir
– İntihar Önleme Hattı adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– İstifra adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Karanlık Nehir adlı öyküsü ile Nazan Çinko
– Kavuşma adlı öyküsü ile Tuğba Korkmaz
– Kayalıklar, Gemiciler ve Bir Yanlış Anlama adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Kızıldan Maviye adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Labirent adlı öyküsü ile Vuslat Saçkesen
– Loş Tapınak adlı öyküsü ile Sefa Tursun
– Masal Rüyası adlı öyküsü ile Gülay Pamuk
– Mavi Çocuklar adlı öyküsü ile Hatice Tuba Pacci
– Mavi Lanet adlı öyküsü ile Gözde Özavcı
– Nu Öldüğünde adlı öyküsü ile Yusuf Ziya Karabıçak
– Öğleden Sonra Kıyamet adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Reçel adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Sahipsiz Gözler Adası adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Sessiz Bir Gece adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Son Deniz Kızı adlı öyküsü ile Emre Yaman
– Tuzdan Emanet adlı öyküsü ile Berk Göbekcioğlu
– Yedinci Gün adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Yetmiş İki Saat Savaşları adlı öyküsü ile Melis Sena Yılmaz
– Zamansız Bir Çöl adlı öyküsü ile Umut Yakar
“DENİZ KIZI ÖYKÜLERİ” temasının illüstrasyonu Ubeyd Bayraktar’dan geldi. Kendisine bu detaylı ve büyülü çizimi için bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Mayıs 2019’da temamız: “SAĞIR SULTAN”
Evet, yine masallara, deyimlere konu olmuş bir tema var karşımızda. Sağır Sultan’ı öykülerinizde nasıl kullanacağınız tamamen size kalmış. Bu mistik bir kişi de olabilir, sade bir deyim de.
“Sağır Sultan Öyküleri”nizi 18 Mayıs 2019 tarihine kadar oykuseckisi@gmail.com adresinden bizlere ulaştırabilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizimle paylaşmadan önce Koşullar başlığına göz atmayı lütfen unutmayın.
Gelecek sayı görüşmek üzere.
Keyifli okumalar dileriz!
Onur Selamet
Bayan Peregrine'in Tuhaf Çocukları | Kitap İnceleme
İthaki Yayınları, 2015 Çevirmen: Aslı Dağlı Editör: Emre Aygün |
Kitabımızın başkahramanı Jacob, büyükbabasının anlattığı tuhaf hikâyelerle büyüyen, sıradan bir çocuk. Ama çocukluk yıllarını geride bırakıp 16 yaşına geldiğinde kendisine anlatılan şeylerin aslında gerçek olmadığını, küçük bir çocuğu eğlendirmek için sıkılan palavralar olduğunu anlıyor. Ardından dedesiyle arası açılıveriyor. Ama günün birinde dedesi tıpkı hikâyelerinde anlattığı tuhaf bir "şey" tarafından öldürülünce aslında tüm o tuhaflıkların gerçek olabileceği fikri kafasına dank ediveriyor.
Böylece hem hakikati öğrenmek hem de büyükbabasının son nefesinde kendisine verdirdiği sözü tutmak için düşüyor yollara. Ve kendisini Bayan Peregrine ile Tuhaf Çocuklarıyla karşı karşıya buluveriyor.
Kitap bir bakıma Harry Potter'ın formülünü uyguluyor aslında. Sıradan bir çocuk. Tuhaf güçlere sahip çocuklarla dolu bir yetimhane. Hepsini koruyup gözeten bir öğretmen. Kaçınılması gereken gölge yaratıklar. Benzerlikler çok bariz. Bununla birlikte kendi ayakları üstünde durmayı ve kendi evrenini yaratmayı başarıyor yazar. Hikâyesini anlatmak için gerçek fotoğraflar kullanması da öyküsünün etkisini arttırıyor.
Açıkçası okurken hiç sıkılmadığım, acaba ne olacak diye her sayfayı merakla çevirdiğim bir kitap oldu. Hatta son bölümlerde heyecan dozu öyle bir artıyor ki satırları atlaya atlaya okumamak için kendimi zor tuttum. Tabii bunda Aslı Dağlı'nın çok başarılı ve akıcı çevirisinin de katkısı büyük.
Bakalım devam kitabında neler olacak?
Çevirmenin Çemberi: Uzay Akımları
O yüzden, en nihayetinde Uzay Akımları’na geçebildiğimde beynim hayli yorgundu. Delhi, Agra ve Semerkant civarlarında dolaşırken bir anda Trantor, Sirius ve Arcturus civarlarına ışınlanınca da hepten ambale oldum. Neyse ki kitap beklediğimden daha keyifliydi. Bir Asimov romanı çeviriyor olmanın verdiği kıvanç, romanı okurken aldığım keyifle birleşince ortaya gayet memnun kaldığım, güzel bir çeviri süreci çıktı.
Uzay Akımları (Currents Of Space), üçlemenin ilk kitabı olan Toz Gibi Yıldızlar’dan yaklaşık 6200 yıl sonra, 11129 yılında geçiyor. O nedenle iki roman arasında aynı evrende geçmeleri dışında hiçbir bağlantı yok. Bununla birlikte Trantor İmparatorluğu’nun artık kurulduğunu ve giderek yayılmaya başladığını görüyoruz. Bu da Biron Farrill ve arkadaşlarının başarılı olduğu izlenimini uyandırıyor bizde. Dünya gezegeni ise çok farklı ve enteresan bir konumda çıkıyor karşımıza. Ama kitabın sürprizlerini bozmamak için bunun ne olduğunu söylemeyeceğim.
Kitapta Florina adlı bir tarım gezegeni ile ona hükmeden Sark adlı egemen bir gezegen arasındaki ilişki anlatılıyor. Florina “kirt” denilen, çok özel bir bitkinin tüm galakside yetiştiği tek yer olma özelliğine sahip. Sark çok uzun yıllar önce burayı hâkimiyeti altına almış ve gezegenin halkını âdeta köle gibi çalıştırıyor. Galaksinin geri kalanıysa kirtten mahrum kalmamak adına Sark’ın yaptıklarına göz yumuyorlar.
Derken günün birinde Rik adındaki, yarım akıllı bir Florinalı birdenbire akli melekelerini geri kazanmaya başlıyor ve aslında başka bir gezegenden geldiğini, geçmişte başka biri olduğunu hatırlıyor. Daha da önemlisi Florina’nın yakında yok olacağı gibi çok elzem bir bilgiye de sahip kendisi. Böylece başına ne geldiğini araştırmak için koyuluyor yola. Ancak hiç hesaplamadığı şey hem Trantor casuslarının hem de Sark kuvvetlerinin onun peşine düşeceği… Polisiye-bilimkurgu tadındaki maceramız da bu şekilde başlamış oluyor.
Açıkçası, Uzay Akımları’nı çevirirken Toz Gibi Yıldızlar’da olduğu gibi beni öyle aman aman zorlayan bir şey olmadı. Asimov’un akıcı ve yalın üslubu sayesinde sıkıntılı başladığım çeviri süreci sayfalar ilerledikçe iyice hızlandı, sonlara doğruysa âdeta uçuşa geçti. Bununla birlikte arada sırada üstünde uzun uzun düşündüğüm ve başkalarıyla istişare ederek çözdüğüm şeyler de yok değildi.
Bunların en başında “Miakins” geliyor sanırım. Kitapta Fifelı Samia adında genç bir kadınla karşılaşıyoruz. Kendisi bir bölümde çocukluk anılarına dalıyor ve dadısıyla yaptığı bir konuşmayı hatırlıyor:
“Neden böyle parlıyor dadı?”‘Miakins mi? O da nereden çıktı şimdi? Bu kadının adı Samia değil miydi yahu?…’ diyerekten mavi ekran verdim ben de oracıkta. Acaba dedim soyadı mı? Öyle ya, yabancılar genellikle birbirlerine soyadlarıyla da hitap ediyorlar. Ama sayfaları karıştırdığımda kadının adının sadece “Fifelı Samia” olarak geçtiğini gördüm. Bunun üzerine “Denize düşen çevirmen Google’a sarılırmış,” atasözünden yola çıkarak interneti karıştırmaya başladım. Ama karşıma çıkan sonuç hüsrandı:
“Çünkü o kirt Miakins.”
“Miskin mi demek istediniz?”Google’ın bana aptal muamelesi yapmasına içerleyerek arama üstüne arama yaptım: Asimov Miakins, Samia Miakins, Currents of Space Miakins, Fife Miakins… Ama yok arkadaş, yok. Sonra, tam da ümidi kesmişken, “Ya acaba bir küçültme sıfatı falan mı? Hani Mehmet’e Memo deriz ya hani…” diye bir düşünce geçti aklımdan.
Derken bir “anne-bebek” sitesinde çocuğunun adını “Savannah” koymak isteyen ama bunun nasıl kısaltılacağından emin olamayan bir anne adayının yazdıklarıyla karşılaştım. Hamile ve çocuklu anneler bu ismin kısaltılıp kısaltılamayacağı konusunda hararetli bir tartışmaya girmişler. En sonunda da bir tanesi iyice kızıp, “Her isim kısaltılabilir. Benim kızımın adı Mia ama ona Miakins bile diyorlar,” demiş. Böylece dokuz doğurarak da olsa Miakins’in “Miacık” anlamına geldiğini ve Asimov’un bunu Samia için bir küçültme sıfatı babında kullandığını çözmüş oldum.
Bunun haricinde ilk kitapta olduğu gibi yine metinde bazı yazım hataları vardı. Mesela ikinci bölümde Myrlyn Terens karakteriyle ilk karşılaşmamızda soyadı “Tebens” olarak yazılmış. İleriki sayfalarda, “Looking I at the small code marks” diye bir cümle geçiyor. Ama ortadaki “I” kitabın başka baskısında yok. Daha da ilerilerde, “On, but really, don’t you see?” diye bir cümle daha var. Burada da “On” aslında “Oh” olacak. “It isn’t L Really!” şeklinde yazılan cümlenin doğrusu da “It isn’t I. Really!” elbette. Geçen kitaptan alışık olduğumdan, “Asimov yazım hatası mı yaparmış yahu?” şokunu bu kez yaşamadım neyse ki.
Kitapta yer alan bir başka icat da communie-tube olarak geçen ve insanların birbirleriyle haberleşmek için kullandıkları, hem telefon gibi olan hem de olmayan bir boruydu. Buna ne desem, nasıl çevirsem, ne yapsam da “haberleşme borusu” yazmasam diye (oturduğum yerde) kırk takla attım fakat bir türlü işin içinden çıkamadım. Sonunda “Acaba viziekran, kitap-film gibi Vakıf’ta geçen bir şey mi bu? Daha önce de çevrilmiş olabilir mi?” diyerekten diğer kitapları karıştırdım. Orada da bulamayınca editörüm Ömer Ezer’e mesaj attım. Hani derler ya, bazen en iyi çözüm en basit olandır diye. “Abi biz buna ileti-tüpü diyelim bence. İletişim tüpünün kısaltması olsun,” şeklinde bir dönüş yaptı Ömer. O anda kafamda ding! diye bir ampul yandı. Bir yandan da ben bunu nasıl düşünemedim diye hayıflandım tabii. Ömer’e buradan tekrar teşekkürler.
Son olarak kitabın düzelti aşamasında çevirmeyi unuttuğum bir paragrafı yakalayan ve beni büyük bir mahcubiyetten kurtaran sevgili Setenay Karaçay’a da buradan kocaman bir teşekkürler. İyi ki gördün, iyi ki kitabın düzeltisini sen yaptın Settie…
Böylelikle bir kitabın çeviri macerasının daha sonuna geldik dostlar. Darısı üçlemenin son kitabı olan Gökteki Çakıl’a…
Yeni Çeviri: Gökteki Çakıl Taşı - Isaac Asimov
Aslında kendisi Asimov'un kariyeri boyunca yazdığı ilk kitap. Üstat o güne dek sadece kısa bilimkurgu hikâyeleri kaleme alıyormuş. Gökteki Çakıl Taşı ile ilk romanını yayımlamış. Böylece Vakıf ve Robot serilerine giden yolda da ilk adımı atmış aslında.
Bununla birlikte kitapta anlatılan olaylar kronolojik açıdan üçlemenin ilk iki cildi olan Toz Gibi Yıldızlar ve Uzay Akımları'ndan sonra geçiyor. Bu sefer Trantor İmparatorluğu'nun en görkemli yıllarındayız. Dünya ise galaksideki diğer gezegenler tarafından küçümsenen, değersiz görülen bir yer. Sadece gökteki bir çakıl taşı...
1949 yılının Amerikasında yaşayan Joseph Scwartz beklenmedik bir olay sonucunda işte kendini tam olarak bu gelecekte, bu istenmeyen gezegende buluveriyor. Ne dillerini ne âdetlerini anlayabildiği bu gezegenden kaçmak, evine dönmek için çabalayan Scwartz'ı ve bizleri tahmin edemeyeceğimiz bir macera bekliyor sonrasında.
Editörlüğünü sevgili Ömer Ezer'in üstlendiği kitap 5 Nisan'da raflardaki yerini alacak. Bu ayrıca Asimov'la olan üç perdelik, çok özel dansımın da sonuna geldiğim anlamına geliyor. Böylesine büyük bir ustanın kitaplarını çevirmek benim için gerçekten ama gerçekten de tarif edilmez bir onur ve mutluluktu. Bana bu fırsatı sundukları için sevgili Alican Saygı Ortanca'ya ve İthaki Yayınları ailesine teşekkürü borç bilirim.
Keyifli okumalar...
Yeni Çeviri: Kara Prizma - Brent Weeks
Brent Weeks ülkemizde çok tanınmasa da yurt dışında hayli popüler bir yazar. Bu kitabında da Brandon Sanderson'ın izinden giderek tamamen özgün bir dünya ve orijinal bir büyü sistemi yaratmış. Kara Prizma'da büyü ışığın tayfları kullanılarak yapılıyor ve her rengin farklı farklı özellikleri, farklı farklı güçleri var. Herkes her rengi kullanamıyor. Hepsini kullanabilense sadece tek bir kişi var: Prizma, yani kitabımızın kahramanı.
Yazar her renk için ayrı ayrı kurallar ve özellikler tasarlamış. Sonra da bunları kitabın arkasında detaylı ekler olarak açıklamış. Bunun yanı sıra her karakterin bir geçmişinin olması ve yıllar önce yaşanan büyük bir savaşta kiminin müttefik kiminin düşman olması ancak kitapta geçen olaylarda, yıllar sonra tekrar karşılaşmaları onlara derinlik katıyor.
Kitap üç karakterin bakış açısından anlatılıyor. Bu diyarlardaki en büyük ışıktar (ışık kullanıcısı) olan Prizma Gavin Guile; yetenekli bir Kara Muhafız olan Karris Beyazmeşe ve öksüz Kip. Gavin'in bölümlerini çok sevdim, Karris'in bölümlerinde kararsız kaldım, Kip'e ise bol bol sövdüm :)
Aslında bu kitabı çevireli bayağı oldu; 2017 yılında, yaklaşık beş aylık bir süreç içerisinde çevirmiştim. Ama çok kalın olduğundan editörlük ve düzelti süreci de uzun sürdü elbette. Romanı önceki çevirimde olduğu gibi sevgili Setenay Karaçay yayına hazırladı ve birkaç yanlışımı ve eksiğimi düzelterek en kocamanından şükranlarımı kazandı. Editörlüğünüyse sevgili Emre Aygün yaptı.
Işıkyaratan Serisi toplamda beş kitaptan oluşuyor. Yurt dışında şimdilik ilk dördü yayınlanmış, beşincinin de bu sene çıkması bekleniyor. İnşallah keyifle okursunuz ve geri kalan kitapları da çevirmek kısmet olur...
Sayı #117: “Peri Bacaları Öyküleri”
Dünyada hikâye anlatacak pek çok harika konum var. Söze girdiğinizde ortamın atmosferi sizi öykünün bir parçası hâline getirecek önemli meskenler. Bir kamp ateşinin başında, bir mağarada, uçurumun kenarında, dağın zirvesinde, yastık ve yorganların altında… İnsan yeter ki anlatmak istesin. Dinleyecek birilerinin olması önemli değil. Sadece kendisi duysa da yeter. Bazen.
Dünyada hikâye anlatılacak en güzel yerlerden birisi de Kapadokya’da. Mart 2019’da rotamızı Anadolu’nun bağrına kıralım dedik. Biz oraya ulaşmadan bir tarih silinip gitmesin diye, orada nöbet tutmak istedik. Öykülerimizle.
Not düştüğümüz koca tarih elbet bir gün daha adil ellerle yazılmaya başlanacak. İşte o gün bu öyküler daha büyük bir gururla hatırlanacak.
– Aga adlı öyküsü ile Murat Yıldırım
– Agartha’nın Perileri adlı öyküsü ile Onur Ataç
– Armağan adlı öyküsü ile Ufuk Bayat
– Ateş Dağı 3 adlı öyküsü ile Eşref Orhan
– Atlas adlı öyküsü ile Elif Aslan
– Azıcık Firar Eden Dışkı ve Tarak Uzmanlığı adlı öyküsü ile Zilan Damla Polat
– Bacadaki Yılan adlı öyküsü ile Fazıl Okutan
– Buraya Bakarlar adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Cennet de Burada Cehennem de adlı öyküsü ile Ayse Nur Zeybek
– Defineci Adem Bey adlı öyküsü ile Bahadır Satır
– Devler Vadisi adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Dünya Var Dünya İçinde adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Emanetler ve Peri Bacaları adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Gölge adlı öyküsü ile Pelin Cansu Dede
– İki Köy adlı öyküsü ile Mert Arıkan
– İkinci Şans adlı öyküsü ile Yasin Yıldız
– Kaos adlı öyküsü ile Pınar Birol
– Keşke adlı öyküsü ile Sinan Haholu
– Kuleler Arasında Et Yağmuru Perisi adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Lanetli Tepe adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Mansur’un Bir Günü adlı öyküsü ile Atakan Güngör
– Mekanik Prensesler adlı öyküsü ile Vector
– Otobanda Kaybolanlar adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Öz’e Kavuşmak adlı öyküsü ile İlgi Uğuroğlu
– Peri Bacaları, Volkan Yanardağ’ın Kızı adlı öyküsü ile Ziya Şeker
– Peri Düğünü adlı öyküsü ile Gülay Pamuk
– Peri Vuruldu adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Pi Sayısındaki Mimoza adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– Severek An adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Üç Güzeller adlı öyküsü ile Nazan Çinko
– Wanli Adında Bir Köy adlı öyküsü ile Müge Koçak Güvenç
– Yeniçeri ve Aziz adlı öyküsü ile Yusuf Ziya Karabıçak
“PERİ BACALARI” temalı Seçkimizin illüstrasyonu Keziban Hidayet’ten geldi. Kendisine tekrar teşekkür ediyoruz.
Nisan 2019 tarihli 118. sayımızın teması ise “DENİZ KIZI” oldu. Bu temadaki öykülerinizi oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz!
Katılım için son tarih 18 Nisan 2019.
Her zamanki gibi hikâyelerinizi bizimle paylaşmadan önce Koşullar başlığına göz atmayı lütfen unutmayın.
Gelecek sayı görüşmek üzere.
Keyifli okumalar dileriz!
Onur Selamet
"Miskin mi demek istediniz?"
Gelgelelim bir noktada anılarına dalıyor ve dadısıyla aralarında geçen bir konuşmayı hatırlıyor.
“Neden böyle parlıyor dadı?”
“Çünkü o kirt Miakins.”
'Miakins' mi? Bu kızın adı Samia değil miydi yahu? Miakins de nereden çıktı şimdi? Soyadı mı acaba diye merak ettim önce. Öyle ya... "Fife" gezegeninin veya şehrinin ismi olabilir sonuçta. Ama ı-ıh. Tam adı Fifelı Samia olarak geçiyor her yerde. Kitabı hızlıca taradığımda Miakins kelimesinin sadece iki yerde geçtiğini gördüm. İkisi de dadısı tarafından, Samia'ya hitaben teleffuz ediliyor. E, baş harfi büyük olduğundan özel isim olduğu da belli. İyi de ne ki bu şimdi??
Sonraki işim kendine güveni olan her çevirmenin yapacağı gibi bir koşu gidip her derde deva olan Google'dan kopya çekmek oldu! :P Ama karşıma çıkan sonuç hüsrandı:
"Miskin mi demek istediniz?"
"Hayır be her derde dana Google! Miskin demek isteseydim öyle yazardım, salak mıyım ben?" dedim (Ekranda "evet" çıkıyormuş). Ardından "Asimov" ve "Miakins" kelimelerini yan yana arattım, ama sonuç yine aynıydı. "Miskin mi demek istediniz?" Hışımla arama üstüne arama yaptım: Samia Miakins, Currents of Space Miakins, Fife Miakins... Ama yok! Yok arkadaş, yok. En nihayetinde karşıma tek çıkan çevirmeye çalıştığım kitabın bölümleri oldu sadece.
Sonra, tam da ümidi kesmişken, "Ya acaba bir küçültme sıfatı falan mı? Hani Mehmet'e Memo deriz ya hani..." diye bir düşünce geçti aklımdan. Nasıl geçti diye sormayın, manyak işte...
Derken bir "anne-bebek" sitesinde çocuğunun adını "Savannah" koymak isteyen ama bunun nasıl kısaltılacağından emin olamayan bir anne adayının yazdıklarıyla karşılaştım. Hamile ve çocuklu anneler bu ismin kısaltılıp kısaltılamayacağı konusunda hararetli bir tartışmaya girmişler. En sonunda da bir tanesi iyice kızıp de demiş ki, "Her isim kısaltılabilir. Benim kızımın adı Mia. Ve ona Moo, Minky, hatta Miakins bile diyorlar."
Miakins = Miacık...
Böylece çeviri için araştırma yaparken girdiğim abuk sabuk sitelerin arasına bir de hamilelik sayfaları katıldı. Doğurtturdun be Asimov!
Kafa İzni
İlk işim uyku saatlerimi bir düzene sokmaya çalışmaktı. Böylece bu sabah kargalar kahvaltılarını etmeden fırladım yataktan. Dedim madem yeni bir gün, yeni bir başlangıç, o zaman yepisyeni kıyafetler de giyeyim tam olsun. Böylece dolabımın kapağını açıp yeni bir kazak ve pantolon aramaya koyuldum.
Tam o sırada tepemden GACIRT! diye bir ses gelmesin mi? "Neler oluyor?" diye yukarı bakmamla birlikte dolabın üst kapağının yerinden çıktığını ve kafama doğru düşmekte olduğunu âdeta kayalar tarafından ezilmek üzere olan Coyote edasıyla izledim...
O kapağın köşesi önce sol kaşıma KÜT! diye inmez mi? Ben "Yandım Allah!" demeye kalmadan oradan da sol dizime çarpmaz mı? Çarptı vallahi... Gözümü mü tutayım, dizimi mi kavrayayım derken kıç üstü yere düşüverdim üstüne. Hem kaşım şişti, hem dizim tabii. İkisi de balon gibi oldu.
Şimdi yatakta iki seksen uzanarak "kafa izni" yapıyorum...
Bu hikâyeden çıkarılacak ders: Erken kalkmayın, uyuyun.
Sayı #116: “Bataklık Öyküleri”
116. defa yola çıkıyoruz. Bastığımız yere hiç güvenmeden. Hayatın bize öğrettiği gerçek tekinsiz yamalarla dolu. Her köşede bir hortlak, her ağaçta bir yılan var. Kulağımız anlatılanlarda. O bataklığa gidenlerin bir daha geri gelmediklerini söylüyorlar.
Seviniyoruz. Belki gidenler suyun ve toprağın altında, muhteşem hikâyeler dinliyordur. Denemeye değer diyoruz. Nefesimizi olabildiğince tutup kendimizi çamurun içine bırakıyoruz. Ne bulacağımızı bilmeden.
Ama canımızın sıkılmayacağı belli.
– Adem ve Gün adlı öyküsü ile Ufuk Deniz Erdinç
– Ateş Dağı 2 adlı öyküsü ile Eşref Orhan
– Bataklık Adam adlı öyküsü ile Gülnar Nezerova
– Bataklık ve Değirmen adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Bataklıkta Bir Tatarcık adlı öyküsü ile Hatice Vera Şahin
– Bataklıkta Gözyaşları adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– Bir Delilik Anı adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Bir Yaban Ezgisi adlı öyküsü ile Murat Çelik
– Biten Değil Batan Bir Yol Hikâyesi adlı öyküsü ile Onur Uzer
– Çamurdan Sıyrılan Kemikler adlı öyküsü ile Mahmut Vasfi Bentur
– Çaresiz Kadın adlı öyküsü ile Adnan Fatih Gören
– Cazu Yanı Sazlığı adlı öyküsü ile Abdullah Emre Aladağ
– Cehaletin Sefaleti ya da Sefaletin Cehaleti adlı öyküsü ile Mehmet Durmaz
– Çetsu adlı öyküsü ile Hüseyin Köroğlu
– Çöpçü adlı öyküsü ile Sema Dursun
– Deniz Ürpertisi adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Dijital Duygu adlı öyküsü ile Emre Sümer
– DNA adlı öyküsü ile Pelin Cansu Dede
– Entropik Çöküş adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Esir ve Ruh adlı öyküsü ile Emrecan Şuster
– EtYiyenSarmaşıkUşağı Senin Nefretini Seçiyor adlı öyküsü ile Dağhan Özek
– Evimizin Arkasındaki Bataklık adlı öyküsü ile Ege Emir Özkan
– Gamsız adlı öyküsü ile Osman Eliuz
– Gecikmiş Ölüler adlı öyküsü ile Onur Şahin
– Issık Göl adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– İçsel Bir Bataklık adlı öyküsü ile Ferhad Butimar
– İçteki adlı öyküsü ile Hilal Onay
– İnci adlı öyküsü ile Feyza Yılmaz
– Kara Cadı Bataklığı adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Kayıp Ruhlar Bataklığı adlı öyküsü ile Nurgök Özkale
– Lima adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Nilüfer adlı öyküsü ile Hediye Gasımova Nar
– Num adlı öyküsü ile Ali Burak Işık
– Ötebölge adlı öyküsü ile Oğuzhan Acar
– Salyangoz ve Kelebek adlı öyküsü ile Gülay Pamuk
– Şehzadenin Şeytanı adlı öyküsü ile Onur Ataç
– Sonsuz Lakırdısı adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Su, Mücevher ve Köpük ya da Bu Şartlar Altında Kabarcık adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Şubat adlı öyküsü ile M. Gökay Okutucu
– Süt Rengi Takım Elbise adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Timsah Kaçakçısı adlı öyküsü ile Zilan Damla Polat
– Yalnızlarla Kötülerin adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Zindanımdan Bakakarken adlı öyküsü ile Sinan Haholu
“Bataklık Öyküleri” temamızın illüstrasyonu Nilay Şahin’in usta ellerinden çıktı. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Mart ayının temasını “PERİ BACALARI” olarak belirledik. Yıkmaya, tahrip etmeye, unutturmaya odaklı düzene inat, yaşadığımız coğrafyaya öykülerle sahip çıkmak istedik.
“PERİ BACALARI” temalı öykülerinizi 17 Mart 2019’a kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizimle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı lütfen unutmayın. Ayrıca bu sayfaya ufak bir Notlar kısmı ekledik. Orası da oldukça önemli.
Gelecek sayı görüşmek üzere.
Keyifli okumalar dileriz!
Onur Selamet
Aradığınız zihne şu an ulaşılamıyor
Sandalyesine çöker ve gelen mesaj var mı diye telefona bakmaya karar verir. El yordamıyla çalışma masasının üstündeki telefonun sert hatlarını arar ama onun yerine eline bir çift yumuşak, hafif tüylü kumaş gelir. Gözlerini zar zor açtığında çoraplarının masanın üstünde durduğunu görür...
Soru: Çevirmen kişisinin telefonu nerededir? :(
A) Yerde
B) Yerde
C) Yerde
D) Hepsi
Sıradaki parça...
Adamın biri "Bu gece uzun olacak" diyor, Hülya Avşar kafamın içinde "Besbelliiiiiiii biliyoruuuuuuuum," diye tamamlıyor. Biri "Gitme," diyor, Nazan Öncel, "Gitme kaaaaal bu şehirdeeeeEEEğ," diye devam ediyor. "Vazgeçtim," dendiğinde Sezen Aksu'nun "eeeellerindeeeen," diyen sesi kulaklarımda yankılanıyor. Annem "Yine başım dönüyor," deyince endişelenmem gerekirken ilk kasetini çıkaran Reyhan Karaca mutluluğuyla "garip halleeeerde, neden koşarsın hala boş hayalleeeerde!" diye dans edesim geliyor. Ve daha bir sürü şey (Canım mısın sen, benim misin sen...)
Yalnız olmadığımı söyleyin bana. Yoksa deli miyim ben? (Şaparım bilirsin!)
Yeni Çeviri: Uzay Akımları - Isaac Asimov
Roman, Toz Gibi Yıldızlar'ın (Stars Like Dust) ardından serinin ikinci kitabı olarak geçse de aslında aralarında çok fazla bir bağlantı yok. Çünkü Uzay Akımları ilk kitaptan yaklaşık 6000 yıl sonra geçiyor. Bu kez Florina adlı bir tarım gezegenindeyiz. "Kirt" adında, galaksideki en değerli maddelerden birini üretmelerine rağmen Sark gezegeni tarafından sömürülüp neredeyse köleleştirildikleri için fakir bir halk Florinalılar.
Bu esnada Vakıf'ta sık sık bahsi geçen Trantor İmparatorluğu artık kurulmuş ve galaksideki hâkimiyetini iyice sağlamlaştırmıştır. Dünya ise çok uzaklardaki önemsiz bir gezegen olarak bilinmektedir sadece.
Derken Florina'da yaşayan, Rik adındaki bir yarım-akıllı ansızın geçmişte kendisine verilen çok önemli bir mesajı hatırlar: Florina'daki herkes ölecektir. Böylece Sarklı Toprak Efendileri ve Trantor İmparatorluğu'nun casusları Rik’in peşine düşer ve olaylar başlar.
Açıkçası, Uzay Akımları'nı hem çevirirken hem de okurken Toz Gibi Yıldızlar'dan daha çok keyif aldım. Kitap bir bilimkurgudan ziyade başarılı bir dedektiflik romanı havasında ilerliyor. Ama içerisinde bir sürü ilginç Asimov icadı var tabii. Asimov'un görüntülü konferansları taa o zamandan öngörmesi de dikkatlerden kaçmıyor.
Sayı #115: “Yanardağ Öyküleri”
Temizlik zamanı. Toprak hiç olmadığı kadar kirli. Deprem. Duman. Kül yağmuru ve lavlar. Her şey sırasıyla. Havadaki tüm mikropların kırılacağından eminiz. Lavlar yaşanmış her şeyi unutturmak için gelecek. Lavlar tarihin en sıkıcı gününde sayfaları temize çekecek.
Olanı olduğu ile birlikte kaplayıp pişirecek. Silik fosillerden daha azı kabul edilebilir değil. Açılan sayfa, yeni hikâyeler de getirecek. Bir yerlerde bir volkan patlıyorsa anlatılacak hikâyeler vardır. Dünyanın kabuğu boşuna çatlamaz.
Magmanın sizinle paylaşacağı sırlar var.
– Ahenk ve Bengi Dönüş adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Anlatmam Gerek adlı öyküsü ile Kübra Demir
– Apartmanlar Çöplüğünde Bir Macera adlı öyküsü ile Dağhan Özek
– Arayış adlı öyküsü ile Metin Karagöz
– Ardına Bakmadan Atlayanlar adlı öyküsü ile Ceren Karakaya
– Ateş Dağı adlı öyküsü ile Eşref Orhan
– Ave Sokağı Yanardağı adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Bir Şişe Amontillado adlı öyküsü ile Enver Yunusoğlu
– Çocuk adlı öyküsü ile Sema Dursun
– Esaretin Nedeni adlı öyküsü ile Selçuk Gökhan Kalkanoğlu
– Etna’da On Bir Dakika adlı öyküsü ile Gürkan Akpınar
– Gri, Topaklı Şeyler adlı öyküsü ile Çağatay Şenkay
– Hepimizin Hediyesi adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Karaberk’le Gelen adlı öyküsü ile Ayse Nur Zeybek
– Kırkkoyun adlı öyküsü ile Atakan Güngör
– Körler, Davullar, Feda adlı öyküsü ile Dipsiz
– Kulüp Yanardağ adlı öyküsü ile Gürkan Sadece
– Kurban adlı öyküsü ile Metin Alnıaçık
– Küller Küllere adlı öyküsü ile Enver Kubilay Yüksel
– Nimet’in Hapları adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Nyks Adası Yanardağı adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Ocak adlı öyküsü ile M. Gökay Okutucu
– Pofuduk Hanım’ın İntikamı adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Rupicola’nın Yolculuğu: Pompei adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Rüya Gibi adlı öyküsü ile Dilek Yılmaz
– Sürpriz adlı öyküsü ile Deniz Pekgenç
– Tepedeki İnce Sis adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Volkan Yanardağ adlı öyküsü ile Ziya Şeker
– Vulcano adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Yanardağ Fantezisi adlı öyküsü ile Umut Yakar
– Yanardağı Felsefesi adlı öyküsü ile Zilan Damla Polat
– Yanık Köy, Obsidyen ve Kardeşim adlı öyküsü ile Gülay Pamuk
– Yanık Ülke’nin Yanık Orhan’ı adlı öyküsü ile Hakan Günay Aydınoğlu
– Yolculuk – Kılıcın Sırrı adlı öyküsü ile Hasan Korkmaz
– Zaman Büyücüsü adlı öyküsü ile Onur Şahin
“Yanardağ Öyküleri” sayımızın illüstrasyonu Filiz İrem Özbaş’tan geldi. Kendisine bu harika çizimi için teşekkür ediyoruz.
Şubat ayının teması “BATAKLIK” olacak. Patlayan yanardağlarıyla sınanan kahramanlar talihlerini bir de bataklıklarda arayacak. Dünya gerçekten de büyülü bir yer.
“BATAKLIK” temalı öykülerinizi 17 Şubat 2019’a kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizimle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı lütfen unutmayın.
Gelecek ay 116. defa görüşeceğiz.
Şimdilik keyifli okumalar!
Onur Selamet
Ya Batarsa?
Titanik II, ilk geminin yapılışının 100. yılı şerefine yeniden inşa ediliyor ve 2022 yılında öncülünün orijinal rotasını kullanarak denize açılacak. Geminin aslına sadık bir şekilde çok şaşaalı olması ama modern teknolojileri de kullanması hedefleniyor.
Aslında ilk olarak 2012'de duyulmuştu bu haber ama daha sonra ses çıkmamıştı. Şimdi işler ciddi, Blue Star Line da projeye dahil oldu ve geminin inşası hızla devam ediyor.
"Geçmişin Gölgesi Geleceğin Laneti" adlı kısa romanımda ben de benzer bir şekilde Titanik'in 100. yılında yeniden inşa edildiğini ve orijinal rotasını kullanarak denize açıldığını işlemiştim. Yine benzer bir şekilde aslına sadık ama modern bir gemiydi. Ama içine fantastik öğeler ve bir miktar **öhhö** Cthulhu **öhhö** katmıştım tabii :)
Hatta o kitapta Titanik batmadan tam 14 yıl önce "Titan" adlı, Titanik'e çok benzer bir gemi hakkında roman yazan ve gemiyi bir buzdağına çarptırarak batıran Morgan Robertson'dan da bahsetmiştim.
Kaderim benzemesin :)
Sayı #114: “Tazmanya Canavarı Öyküleri”
Tazmanya canavarı. Sürekli aç. Salyaları toprağa damlıyor. Öyle hızlı dönüyor ki önünde hiçbir şey duramaz. Rengi, kokusu, sesi. Saflığı. Her karesiyle çocukluğumuzun derinlerine yerleşmiş. Onu kandırmak ne kolay. Hâlâ etsiz butsuz tavşanların peşinde. Hâlâ olmayacak tuzaklara düşüyor. Hiç pes etmiyor. Etmeyeceğini biliyoruz.
Oysa birçoğumuz Tazmanya Adası’na hiç gitmedik. Çizgi filmlerde gördüklerimiz bize yetti. Bu etobur, keseli hayvanın kendisiyle birebir tanışma fırsatımız olmadı. Gerek de yoktu. Anlatılan hikâyeler bizi görmüş kıldı. İzlediklerimiz belki de orada olmaktan daha iyi bir alternatife kapı açtı.
Hikâyeler bazen bu işe yarar. Canavarlar çocukluğumuzdaki gibi kalsın isteriz. Öykü Seçkisi’nin yeni durağında “Tazmanya Canavarı” var.
– Açık Artırma Hayat Okulu adlı öyküsü ile Ceren Karakaya
– Ahmakıslatan ve Sulusepken adlı öyküsü ile Kasvet Ulu
– Ahmet adlı öyküsü ile Sema Dursun
– Anlatılması Gereken adlı öyküsü ile Hilal Onay
– Artık Vakti Geldi adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Aşk Olmazsa Ant Olsun adlı öyküsü ile Alişan Kayabölen
– Bilinmeyen Bir Yer adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Bir Şeytandan Diğerine adlı öyküsü ile Ezgisu Karakaya
– Boncuklar, Eldivenler, Şapkalar! Şapkalar! Şapkalar! adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– Canavarın Ölümü adlı öyküsü ile Ayşegül Ekinci
– Çok Önemli Bir Toplantı adlı öyküsü ile Orçun Uzunhan
– Daha Kanlı, Daha Çıplak – “Kasap’ın Gözünden” adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Dışarıdaki İlk Gün adlı öyküsü ile Emre Eryılmaz
– Dönüşüm adlı öyküsü ile Gürkan Akpınar
– Dönüşüm adlı öyküsü ile M. Gökay Okutucu
– Güneyin Şeytanı adlı öyküsü ile Erdoğan Küçükçelik ve Osman Eliuz
– Karanlık Taraf adlı öyküsü ile Hasan Korkmaz
– Kelebek Cinneti adlı öyküsü ile Can Çelikel
– Kendimi Kontrol Edemiyorum adlı öyküsü ile Kübra Hazal Topal
– Kucaklaşma adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Miras adlı öyküsü ile Pelin Cansu Dede
– Öte adlı öyküsü ile Ercan Sözeri
– Purinina adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Sahipsiz Günlük adlı öyküsü ile Dilek Yılmaz
– Sayıklamalar adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Şişe adlı öyküsü ile Emrecan Doğan
– Tazmanya Canavarı adlı öyküsü ile Ufuk Deniz Erdinç
– Tazmanya Canavarının Sütü adlı öyküsü ile Nurdan Atay
– Tazmanya Hırsız adlı öyküsü ile Zilan Damla Polat
– Uz Ada Şeytanları adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Yalanın Gerçekliği adlı öyküsü ile Kader Aslan
Yeni yıla bir kala, temamızın illüstrasyonu Sevgili Seda Akgüneş’ten geldi. Kendisine bu harika çizimi için bir kez daha teşekkür ediyoruz!
2019’un ilk ayında ağırlayacağımız tema ise “YANARDAĞ” olacak. Soğuk kış günlerinde üstünden dumanı eksik olmayan bir sayıyla karşınızda olmayı umuyoruz.
“YANARDAĞ” temalı öykülerinizi 17 Ocak 2019’a kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Hikâyelerinizi bizimle paylaşmadan önce Öykü Gönderim Koşulları’na göz atmayı lütfen ihmal etmeyin.
Yeni yılda buluşmak üzere, keyifli okumalar dileriz!
Onur Selamet
Yumurtlatan Cevher
Sorun, bu karakterlerin hepsinin aslında tarihi bir kişilik olması. Yani gerçekten de yaşamışlar. Bu da onların bizim tarihi kaynaklarımızda da yer aldığı anlamına geliyor. Ama kitabın yazarı hepsini İngilizcede olduğu şekliyle yazmış doğal olarak. Mesela "Hanzade" değil de "Khanzada," "Baysungur" değil de "Baisanghar" olarak... Dolayısıyla hepsini bizim tarihi kaynaklarımızda geçtiği şekliyle, Türkçe olarak yazmak gerekiyor. Ama maalesef çevirmen meslektaşım bu detayı büyük ölçüde atlamış.
Bunlardan bazılarını ilk kitabın düzeltisi sırasında bulmuştum zaten. Yine de ikinci kitapta pek çok yeni şahıs var. Beni en çok uğraştıransa "Jauhar" adlı karakter oldu. Çevirmen diğer karakterlerde olduğu gibi onun adını da olduğu gibi bırakmış. Tabii seri enayisi... aman, şey... seri editörü olarak hiç durur muyum?! Hemen el attım! Ama o kadar da "hemen" olamadı...
Önce adamın isminden işkillenip "'Cevher' olsa gerek herhalde bu," diye düşündüm. Ve başladım Google'dan Hümayun ve Cevher isimlerini yan yana aratmaya. Ama ı-ıh! Tek bir anlamlı sonuç bile bulamadım. Bunun üzerine Hümayünname ve Cevher kelimelerini birlikte arattım fakat sonuç yine hüsrandı. Ardından, geçen seferki düzeltiden ders çıkararak Hümayünname'nin İngilizce baskısını aradım. Orada sahiden de "Jauhar" diye bir şahıs var. İşin kötü tarafı Hümayünname'nin Türkçe çevirisi internette yok. Aradım taradım, sadece basılı kitap versiyonunu bulabildim. O yüzden karşılaştırma yapma şansım yok.
Bunun üzerine "Jauhar" kelimesini arattım, bu sefer de Hindistan'daki toplu intihar olayları çıktı karşıma. "Acaba evren bana bir mesaj mı veriyor?" diye düşünmeden edemedim bir müddet...
Sonunda farklı bir yol deneyip Hümayünname'yi yazan kişinin, Gülbeden'in üstüne yürümeye... ay, şey... üstüne yoğunlaşmaya karar verdim. Gülbeden ve Jauhar olarak aratınca sahiden de Hümayün Şah'ın anılarını iki kişinin yazdığını ve bunlardan birinin "Jauhar Aftabji (ewer-bearer)" diye biri olduğunu öğrendim İngilizce kaynaklardan.
Ewer-bearer'ın bizdeki anlamı "ibrikçi." Yani o dönemlerde şah abdest alabilsin diye ibrikle ona su tutan bir nevi kişisel hizmetkâr. Bunun üzerine Cevher İbrikçi ve Hümayun isimlerini son bir umut ve bildiğim tüm dualar eşliğinde bir kez daha arattım. Ve voila! "Cevher Âftâbeci (İbrikdâr) mı demek istediniz?"
O anda odaya kim girse ibrikle her tarafına su tutacak kadar mutlu ve mesuttum vallahi! Ama sevincim saate bakmamla kursağımda kaldı tabii ki... Çünkü düzelti serüvenimin ilk gününü tamamen kitabın tek bir sayfasının tek bir satırındaki tek bir ismi bulmaya harcamıştım...
Şimdi söyleyin bana, nasıl yetişecek bu düzelti???
Merdivenler Kenti | Kitap İnceleme
Sayı #113: “Kasap Öyküleri”
Dilimlenen et parçaları. Hepsinin bir hikâyesi vardı. İlk başta. Şimdi kor alevlerin arasına girecekler. Sonra sivri dişler, ıslak duvarlar. Gidecekleri yer belli. Kanalizasyon nehirlere, denizlere karışacak. Birçok tatsız durum. Yaşanacak.
Kasap bunları düşünmüyor. Kasap sonrasını aklına getirmemeye çalışıyor. Etler kıyılırken rüyasında çayırlar var. Hikâyenin başladığı, hikâyenin sürmesi gereken yerler.
Kafası karışık. Öykülere sığınıyor.
– 1807 adlı öyküsü ile Murat Barış Sarı
– Adak Ruhlar adlı öyküsü ile Ceren Karakaya
– Ahbabıma Sordum, Siz Cevaplayın adlı öyküsü ile Hilal Kırkgöz
– Ahmet adlı öyküsü ile Feyza Yılmaz
– Beden Arayan Ruh adlı öyküsü ile Bürge Han Çiçek
– Beyaz Kuş adlı öyküsü ile Nurdan Atay
– Bir Çocuk, Bir Kedi ve Şehir adlı öyküsü ile Cüneyt Özkurt
– Bohem Rapsodi adlı öyküsü ile Seray Soysal
– Boncuklu Kuzu adlı öyküsü ile Hande Çiğdemoğlu
– Bozkentte Bir Düş adlı öyküsü ile Tuğrul Sultanzade
– Büyük Kıyımlar Oteli adlı öyküsü ile Gürkan Sadece
– Canım Başım Feda adlı öyküsü ile Burak Palta
– Cellat ve Fedailer adlı öyküsü ile Gürkan Akpınar
– Cemal yahut Homo Homini Lupus adlı öyküsü ile Mehmet Durmaz
– Cinay-Et adlı öyküsü ile Seda Pektaş
– Çöp Poşeti adlı öyküsü ile Orçun Uzunhan
– Deniz Kasabı adlı öyküsü ile Merve Aydın
– Derin Dondurucu Vakası adlı öyküsü ile Erce Emekli
– Düşmanımın Düşmanı adlı öyküsü ile Cevdet Denizaltı
– Et adlı öyküsü ile Ege Emir Özkan
– Geri Dönüş adlı öyküsü ile Uğur Demirkaya
– Haklı İsyan Haksız Adalet adlı öyküsü ile Ezgisu Karakaya
– İnsan Eti Kasabı adlı öyküsü ile Elif Şeyda Doğan
– İşgal adlı öyküsü ile Utku Sahin
– Kamil adlı öyküsü ile Sema Dursun
– Kanlı, Çıplak ve Bir Vajinanın Tam Ortasında adlı öyküsü ile Gaye Keskin Çelik
– Kara Büyü adlı öyküsü ile Duygu Özkan
– Karanlığa Gömülen adlı öyküsü ile Osman Eliuz
– Kasap Bekir adlı öyküsü ile Aykut Güven
– L’Enfant Sauvage adlı öyküsü ile Nur Toprak
– Madam Esther ve Kasap Kocası adlı öyküsü ile Pınar İmge Durukan
– Mavi Pembe adlı öyküsü ile Eser Avcı
– Merceğe Kafa Atmak adlı öyküsü ile Ezgi Özbek
– Mutlu Kasap adlı öyküsü ile Metin Alnıaçık
– Öküzbaş adlı öyküsü ile Emre Eryılmaz
– Pasaklı adlı öyküsü ile Cihangir D.
– Totem adlı öyküsü ile Melisa Yılmaz
– Veba adlı öyküsü ile Ibrahim Emir Guney
– Yolculuk adlı öyküsü ile Hasan Korkmaz
– Yönetmenin Kuzeninin Kardeşinin Dayısının Oğlu adlı öyküsü ile Zilan Damla Polat
“KASAP” temalı 113. sayımızın görseli İlke Ekbul tarafından hazırlandı. Kendisine teşekkür ediyoruz.
Aralık ayının teması ise “TAZMANYA CANAVARI” oldu. Onu çizgi filmlerden tanıyorsunuz. Ama dahası da var. Tazmanya Adası’nın bu meşhur hayvanını araştırdıkça karşınıza çıkacakları ilgiyle okuyacaksınız.
“TAZMANYA CANAVARI” temalı öykülerinizi 17 Aralık 2018′e kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Göndermeden önce Öykü Gönderim Koşulları‘nın son hâline lütfen göz atın.
Gelecek temada buluşmak üzere, keyifli okumalar dileriz.
Onur Selamet
Çevirmenin Çemberi: Toz Gibi Yıldızlar
Asimov nicedir içimde bir ukdeydi. Bundan bir-iki yıl evvel, İthaki Bilimkurgu Klasikleri yeni yeni başladığı sıralarda Alican Saygı Ortanca bana gelip, “Ben, Robot’u çevirmek ister misin?” diye sormuştu. İsterdim tabii! İsterdim istemesine ama… o sıralarda başka bir kitap için Pegasus’la anlaşmıştım. Üstelik öyle sıradan bir kitap için değil, The Witcher serisinin ilk cildinin editörlüğünü yapacaktım. Beni tanıyanlar o serinin benim için çok özel bir yeri olduğunu, Türkçeye kazandırılması için yıllarımı verdiğimi bilirler.
Kendinizi o durumda hayal etsenize. Bir elinizde Ben, Robot var, diğerinde de gönülden bağlı olduğunuz başka bir kitap ve sadece birini seçebilirsiniz. Ne yapardınız? Zor bir karar, değil mi? Eh, ben The Witcher’ı seçtim ve içim kan ağlayarak da olsa Ben, Robot çevirisini reddettim. Sonra ne oldu peki? Sapkowski ve ajansı, The Witcher serisinin İngilizceden değil, Almancadan çevrilmesini şart koştu ve bir anda o iş de yattı. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da oldum anlayacağınız.
İşte bu yüzden Alican geçen sene bu sefer de Galaktik İmparatorluk üçlemesinin çevirisini önerdiğinde evde iki kat fazla göbek atmış olabilirim. Ve hayır, karşı apartmandaki komşuların tam o sıralarda aniden kör olmasının suçunu hâlâ kabul etmiyorum…
Üçlemenin ilk kitabı olan Toz Gibi Yıldızlar, kronolojik olarak Robot Serisi’nden 1400 küsur yıl sonra, Vakıf Serisi’nden ise 8600 sene evvelki bir zaman aralığında geçiyor. Yani Trantor İmparatorluğu henüz ortada yok. Ancak insanoğlu uzaya açılmış ve çeşitli yıldız sistemlerini kolonileştirmeye çoktan başlamış. Hatta aralarında bazı ufak tefek imparatorluklar bile var. Bunların en güçlüsü de acımasız Tyrann İmparatorluğu.
Dünya ise yaşanan nükleer savaşlar sonucunda artık radyoaktif bir gezegen hâline gelmiş, öyle ki çok az bir kısmı yaşanılabilir durumda. Bununla birlikte insanlar hâlâ tarih, felsefe, uzay mekiği pilotluğu gibi kadim ilimleri öğrenmek için Dünya Üniversitesi’ne gidip burada eğitim görüyor. İşte biz de o öğrencilerden biri olan Biron Farrill’in başından geçenlere ve kendisini bir anda Tyrann egemenliğine karşı kurulan bir komplonun tam ortasında bulmasına şahit oluyoruz kitapta.
Kitabı çevirirken en çok keyif aldığım kısım hafif de olsa Robot ve Vakıf serileri arasındaki bağlantıları gördüğüm yerler oldu. Şüphesiz, okur olarak sizlerin de en çok seveceğiniz yerler bu küçük ipuçlarını fark etmek olacaktır. Özellikle Elijah Baley ve R. Daneel Olivaw sonrası Dünya gezegeninin ne tür değişimler geçirdiğini, sonrasında da Vakıf’ta adını sık sık duyduğumuz Trantor İmparatorluğu kurulmadan önce insanoğlunun uzaya yerleşirken ne gibi zorluklarla ve siyasi çekişmelerle karşılaştıklarını görmek ilginç bir tecrübe yaşatıyor.
Kitabın ara başlıkları da çeviri sırasında gülümsememe neden olan bir diğer şey oldu. Eğer dikkat ederseniz bazı bölümlerin isimleri bir sonrakiyle bağlantılı bir şekilde yazılmış. Mesela beşinci bölümün adı “Büyük Başın Derdi” iken altıncı bölümse “Büyük Olur” şeklinde yazılmış. Asimov biraz muziplik yapmış sizin anlayacağınız buralarda. Yazarın kendisi için yazdığı “Hakkında” yazısı da bayağı komik ve eğlenceliydi. Ne yazık ki bizim baskıda kendine yer bulamamış. Ama üzülmeyin, yazımın sonunda bunu da sizlerle paylaşacağım. Siz de azıcık tebessüm edersiniz hem.
Asimov’u orijinal dilinden okuyanlar üstadın dilinin oldukça yalın ve kolay anlaşılır olduğunu bilir. Özellikle de eski kitaplarında daha da sade bir üslup kullanır kendisi. Konuştuğu gibi yazar hatta. Ses kayıtlarını dinlediyseniz ne demek istediğimi kolayca anlarsınız. O yüzden kitabın genelinde çeviri anlamında pek zorlanmadım. Ama saçımı başımı yolduran birkaç nokta olmadı demek değil bu.
Bunlardan ilki kitabın hemen başında karşılaştığım, “When the threshold of head and particle density was reached,” (Kafa ve parçacık yoğunluğu eşiğine varıldığında) cümlesi oldu. Hadi parçacık yoğunluğu tamam da “kafa yoğunluğu” da neyin nesiydi yahu? Hayır, basit bir şeyden de bahsetmiyordu ki üstat; radyasyon bombasını anlatıyordu. O zaman bu neyin kafasıydı? Ben de başladım radyasyonla ilgili yerli, yabancı bir sürü kaynağı araştırmaya. Amacım içinde “head density” yazan bir şeye denk gelebilmekti. Ama ne mümkün! Yok, yok… Neredeyse bir günümü harcamama rağmen bir türlü işin içinden çıkamadım. Ben de o kısmı kırmızıyla işaretleyip geçtim sonunda.
Kitabın ortalarına doğru bu sefer de, “lie is, of course, the son of the ex-Rancher,” (Yalan, eski Kâhya’nın oğluydu elbette) diye başka bir cümle çıktı karşıma. Yalan mı adamın oğluymuş, adamın oğlu mu yalancıymış, hastanede karışıklık mı olmuş, ne olmuş? diye düşündüm bir müddet. Sonra nereden estiyse, “Yahu bu yazım hatası olmasın sakın?” dedim kendi kendime. Haşa, Asimov yapmazdı öyle bir şey… Değil mi? Değilmiş… Sonunda “lie” kelimesini “He” (o) olarak değiştirip cümleyi tekrar arattım ve Toz Gibi Yıldızlar’ın 1983 yılındaki gözden geçirilmiş bir baskısıyla karşılaştım. Benim kitabımdaki “lie” hakikaten de orada “He” olarak geçiyordu. Meğersem Asimov kitabın ilk baskısında orada bir yazım hatası yapmış… Ve yıllar boyunca da kitabın İngilizce baskılarında bu hata olduğu gibi kalmış. Ta ki 30 yıl sonraki baskılarda düzeltilene dek.
Ben de işkillendim, “Yahu acaba şu kitabın başında takıldığım ‘head’ de ‘heat’ olmasın sakın?” diye araştırasım geldi. Aynı cümleyi bu kez de “head” yerine “heat” yazarak arattım ve tombala! Gerçekten de “ısı eşiği” olarak düzeltilmişti o kısım da. Aslında bu şekilde bakınca çok basit bir şey elbette ama insan Asimov gibi birinin yazım hatası yapabileceğini beklemiyor işte. Hadi o yapmış, editörü nasıl uyumuş, o apayrı bir mevzuu. Neyse efendim, Google Books sağ olsun, bunu da böyle çözüverdim.
Beni zorlayan bir başka şeyse Asimov’un bir bölümde Efemeris (gök günlüğü) üzerinden ışınlanmayı anlatmaya başlaması oldu. E çünkü bu Yıldız Savaşları değil. Ve eğer Asimov ışınlanma gibi bir şeyden söz ediyorsa bunu mutlaka sağlam bilimsel ve matematiksel temeller üzerine oturtmalı. Oturtmuş da… Beni oturttu vallahi. Yerime. Gezegenlerin konumunu ρ (ro), Θ (teta) ve φ (fi) harfleriyle temsil eden bu hesaplamayı anlatırken üstat Galaktik Taban Çizgisi, kütleölçer, Galaktik Lens ve gemi-gezegen hattı gibi bir sürü şeyden bahsediyor, üstüne bir de hesaplamasını yapıveriyor. Onunla da kalmayıp saat yönü ve saatin aksi yönü değerlerini yanlış okuyor olabileceğini düşünerek bir de tersten hesaplayıveriyor. Ne şeker, değil mi? Ben böyle anlatınca size kolay görünüyordur belki ama bu kelimelerin İngilizceleriyle ilk defa karşılaşınca ve okuduğunuzdan hiçbir şey anlamadığınızı fark edince hissettiğiniz o panik duygusunu az çok hayal edebilirsiniz sanırım.
Toz Gibi Yıldızlar’da kelime oyunu gerektirecek pek fazla şeyle karşılaşmadım. Onun yerine Vakıf ve Robot kitaplarında geçen bazı terimler vardı: Visiplate, visiphone, book reels, needle gun… gibi gibi. Bu tür terimlerle her karşılaştığımda kendi çevirimi yapmak yerine İthaki’den daha önce çıkan Asimov kitaplarına başvurdum ki tutarlılık olsun, aynı terim kullanılsın, kitapların aynı evrende geçtiğini gösteren o hava bozulmasın. Böylece bu terimler viziekran, vizifon, kitap-film, iğne-tüfek vb şeklinde çevrildi.
Son olarak ben kitabın adını “Toza Benzer Yıldızlar” olarak çevirmiştim. Ama editörlük aşamasında “Toz Gibi Yıldızlar” şeklinde değiştirilmiş bu isim. Aslına daha sadık olmuş.
Böylece bir çeviri macerasının daha sonuna geldik. Öncekiler kadar olaylı olmadığına üzülüyor olabilirsiniz ama bu konuda sizinle hiç ama hiç hemfikir olmadığımı derin bir “Oh!” çekerek belirtmek isterim :) Ha, unutmadan. Asimov’un kendisi için yazdığı espirili “Hakkında” yazısını da hemen aşağıda paylaşıyorum. İşte benden size dev hizmet! (Kopyala-yapıştır yaptı…)
YAZAR HAKKINDA
Isaac Asimov kendini hayretler içerisinde bırakarak Sovyetler Cumhuriyeti’nde doğdu. Bu durumu düzeltmek için çabucak harekete geçti ve ailesi Amerika Birleşik Devletleri’ne göçerken (o zamanlar üç yaşında olan Isaac) onların bavuluna saklandı. Sekiz yaşından beri bir Amerikan vatandaşı.
Brooklyn’de büyüyüp devlet okullarında okuduktan sonra kendisini Kolombiya Üniversitesi’nde buldu ve okul yönetiminin protestolarına rağmen kimya alanında bir dizi derece elde ederek doktora yaptı. Ardından gizlice Boston Üniversitesi’ne sızdı ve öfkeli çığlıklara aldırış etmeden akademik basamakları bir bir tırmanarak biyokimya profesörü oldu.
Bu esnada, dokuz yaşındayken, ilk bilimkurgu dergisini keşfederek hayatının aşkını buldu (cansız anlamda). On bir yaşında hikâyeler yazmaya başladı, on sekizine geldiğinde içlerinden birini yayıncılara gönderme yüzsüzlüğünü bile gösterdi. Tabii ki reddedildi. Sıkıntı ve ızdırap dolu dört uzun ayın sonunda ilk hikâyesini satmayı başardı ve bir daha arkasına bakmadı.
1941 yılında, yirmi bir yaşına bastığı zaman, bugün artık bir klasik olarak görülen “Karanlık Bir Dünya” (Galaksi Şeytanları, Altın Kitaplar) adlı kısa hikâyesini kaleme aldı ve geleceğini sağlama aldı. Ondan bir süre önce robot hikâyelerini, bir müddet sonra da Vakıf serisini yazmaya başladı.
Geriye nicelikten başka ne kaldı? Hâlihazırda 260’tan fazla kitabı basıldı, kütüphanelerin sınıflandırma sistemlerinin bütün belli başlı bölümlerine dağıtıldı ve hiç yavaşlama emaresi göstermedi. Her zamanki kadar genç, hayat dolu ve cana yakın biri; yıllar geçtikçe daha da yakışıklı bir hâle geliyor. Bu küçük özgeçmişi bizzat yazdığından ve mutlak tarafsızlığıyla ünlü olduğundan söylediklerimi kesin kabul edebilirsiniz.
Bir psikiyatr ve yazar olan Janet Jeppson’la evli, önceki evliliğinden iki çocuğu var ve New York’ta yaşıyor.
Isaac Asimov
Kasım, 1982
Not: İlk olarak Kayıp Rıhtım'da yayımlanmıştır.
Şah Mat
Yani, "Adam filini ileri çıkarıp rakibinin kalesini aldı," gibi cümlelerle değil, bayağı bayağı her taşın rengini, hangi kareye gittiğini, tahtanın neresinde durduğunu vb tüm ayrıntılarıyla anlatmış. Ama ne yazık ki bunu yaparken standart satranç terimlerini değil, İngiliz satranç terimlerini kullanmış. Bilirsiniz, İngilizler metre yerine inç, mil gibi farklı terimler kullanır. Satrançta da yine kıllık... pardon, orijinallik yapıp kendi sistemlerini tasarlamışlar. Farklı olacaklar ya...
İşte bu yüzden Asimov bir taşın hareketini anlatırken "Beyaz Fil, Vezir'in Atı 5'e sıçradı, Schwartz’ın Vezir Piyonu bir kare ileri çıkınca da Kale 4'e geriledi," şeklinde yazmış (Tabii ben size anlatırken fil, vezir, kale falan diyorum ama bu taşların isimleri asıl metinde bishop, queen, rook olarak geçiyor). Gelgelelim bizim satranç terimlerimiz böyle değil, standart kurallara göre yani a5, b4, c7 gibi harflerle anlatıyoruz biz hamleleri.
Baktım, işin içinden çıkamıyorum, ben de çareyi çevirimiçi bir satranç tahtası açıp hamleleri tek tek takip etmekte buldum. Böylece "At Q5'te şaha kalktı, Piyon KN3'te göbek attı," gibi yabancı terimler kullanmaktansa "At c5'e edebiyle ilerledi, bunu gören fil f6'da dişlerini biledi," şeklinde, aşina olduğumuz harfler ve sayılarla anlatmaya çalıştım.
Şükür ki rahmetli dedemle çok satranç oynardık; vakti zamanında bana bayağı sevdirmişti bu oyunu. O yüzden taşların hareketleridir, kurallardır, şudur budurla fazla uğraşmam gerekmedi. Kitap basıldığında bu hamleleri takip etmek isterseniz karşınızda gerçek bir satranç maçı bulacaksınız böylece. Tıpkı yazarın niyetlendiği gibi...
Buna rağmen Asimov'un anlattığı hamleleri birkaç kez yanlış yorumlayıp tamamen farklı bir hamle yaptığım ve bunu ancak birkaç el sonra, çıkmaza düşünce fark ettiğim anlar oldu. O zaman bütün taşları devirip her şeye baştan başlamak zorunda kaldım tabiiiiğğğğ. Böyle olunca da o bir bölüm tam bir gün sürdü. En son hatırladığım havanın aydınlamaya, "sıçtın mavisinin" görülmeye başladığıydı.
Kısacası Asimov beni mat etti. Hem kitapta hem de çeviride...
Sayı #112: “Matruşka Öyküleri”
Ahşap. Belki de milyonuncu defa şekillendi. Boyalı. Gözlerini size dikmiş. Bir şeyler anlatmak istiyor. Ağzı var. Dili yok. Parmağınızla hafifçe dokunuyorsunuz. Sallanıyor. Ama içi kesinlikle boş değil. Onu devirmek imkânsız. Oyuncaklardan hoşlanıyorsunuz. Her zaman göründüklerinden fazlası olduğunu biliyorsunuz. Biliyorsunuz.
Matruşka size gülümsüyor. Sadece size değil. Arkanızdaki dolaba, duvarlardaki tablolara, apartmanın ziline. Şehre. Bütün dünyaya gülümsüyor. Daha fazlası olduğunu biliyorsunuz.
Tekinsiz cümleler kurulacağından, belki biraz da ürpereceğinizden neredeyse eminsiniz. Yapmanız gerekeni yapıyor, O’nu açıyorsunuz.
Hikâyeler etrafa saçılıyor:
– Ağırlık adlı öyküsüyle Eser Avcı
– Ama Bu Öykü Çok Kısa adlı öyküsüyle Umut Yakar
– Annemin Renkleri adlı öyküsüyle İlknur Kılıç
– Bebekler ve Yokoluş adlı öyküsüyle S. Meltem Kofoğlu
– Ben’lik adlı öyküsüyle Hatice Tuba Pacci
– Bir Rus Masalı adlı öyküsüyle Batuhan Kaluç
– Borges’in Uykusu adlı öyküsüyle Atlas Canöte
– Büyülü Elmas adlı öyküsüyle Gürkan Akpınar
– Çam Ağacının Kokusu adlı öyküsüyle Döndü Kazankaya
– Çocukluk Kâbusum adlı öyküsüyle Gülnar Nezerova
– Derdini Anlat adlı öyküsüyle Ezgi Özbek
– Donmuşgöl’ün Laneti adlı öyküsüyle Erdoğan Küçükçelik
– En Küçük Olmak adlı öyküsüyle Duygu Özkan
– Güneşin Safsız Siyahlığı adlı öyküsüyle Elif Şeyda Doğan
– Issız ve Kalabalık adlı öyküsüyle Gaye Keskin Çelik
– Kâbus adlı öyküsüyle Can Çelikel
– Kâbuskapan adlı öyküsüyle Abdullah Emre Aladağ
– Küçük Dev Fedakarlar İçin Mutluluk Parkı adlı öyküsüyle Murat Barış Sarı
– Küçük Parçalar ve Nihai Virgül adlı öyküsüyle Tuğrul Sultanzade
– Manolya adlı öyküsüyle Atakan Güngör
– Matruşka Cinayetleri adlı öyküsüyle Ercan Sözeri
– Matruşka Kadın adlı öyküsüyle Ceren Karakaya
– Matruşka Mezarlığı adlı öyküsüyle Tári V. Austen
– Matruşka Ruhu, Sigara Halkaları ve Beyin Tümörü adlı öyküsüyle Zilan Damla Polat
– Matruşka’nın İçindeki Benler adlı öyküsüyle Pınar Kumsal Başdağ
– Matruşkanın Serüveni adlı öyküsüyle Beluar Alduin
– Melahat adlı öyküsüyle Sema Dursun
– Mimus adlı öyküsüyle Melisa Yılmaz
– Nöbetçiler adlı öyküsüyle Hasan Korkmaz
– Ruhlar Silsilesi adlı öyküsüyle Merve Aydın
– Senfoni adlı öyküsüyle Nur Toprak
– Terapi adlı öyküsüyle Sena Dökmeci
– Tuhaf Bir Yasa adlı öyküsüyle Adem Sarı
– Üç Ölüm adlı öyküsüyle Gürkan Sadece
– Vakıa-yı Ardiye adlı öyküsüyle Cevdet Denizaltı
– Yedi Anahtar adlı öyküsüyle Ferhat Nehir
– Yedinci Matruşka adlı öyküsüyle Nurdan Atay
– Yıldızlara Fısılda adlı öyküsüyle Merve Kaya
Seçki’de bu ay “Matruşka Öyküleri”ni ağırladık. Temamızın muhteşem illüstrasyonu Gökçe Uzgören’den geldi. Kendisine bir kez daha teşekkür ediyoruz.
Kasım ayının teması “KASAP” oldu. İşlerin biraz çığırından çıkabileceğini tahmin ediyoruz. Şiddetli bir sayının bizleri beklediğini görür gibiyiz. Önlüklerimizi giydik. Hazırız.
“KASAP” temalı öykülerinizi 15 Kasım 2018’e kadar oykuseckisi@gmail.com adresine gönderebilirsiniz.
Göndermeden önce Öykü Gönderim Koşulları’nın güncellenmiş hâline göz atmayı lütfen unutmayın.
Gelecek sayı görüşmek üzere, keyifli okumalar dileriz.
Onur Selamet
Haydi Heidi
Biz de bu sene değişiklik olsun diye Menemen'deki bir köyde kestirelim dedik kurbanları. Kız kardeşimin eşi Aziz geçen sene gitmiş, görmüş, beğenmiş orayı. Hadi dedik, bu sene beraber halledelim bu işi. Demeye dedik de... yol git git bitmiyor arkadaş. Şehir dışına çıktık, Menemen'i geçtik, tepelere çıktık, daracık yollara girdik falan... Git deseniz bir daha hayatta bulamam, o derece. Ama nasıl güzel oralar. Yemyeşil! Sulama kanaları, dereler, nehirler, ağaçlar, bağlar, bahçeler... İnsanın içi açılıyor resmen.
Neyse efendim, sonunda bir tepenin başında bulunan, küçücük bir yere vardık. İki katlı bir ev, bir kamelya ve alabildiğine yeşillik... "Nereye geldik biz böyle?" dememe kalmadan karşıdan bir kaz sürüsü yaklaşmaya başladı. Asker gibi sıraya dizilmişler, uygun adım yürüyorlar sanki. Vak vak vak vak... Bir de kafalar da bir sağa bir sola dönüyor her vaklamayla. Bana beş-on adım kala durup öylece bakmaya başladılar. Ben de onlara bakıyorum tabii, ne oluyoruz diye. İleri doğru bir adım attım, hepsi kanatlarını açıp bağırmaya başladı. Vakvakvakvak! Amanın deyip, bir iki adım geri çekildim. Onlar da bir-iki adım yaklaştı. Ben geri gidiyorum, onlar geliyor. Ben duruyorum, onlar duruyor. "Barış içinde geldim ey dünyalılar!" dedim, yemediler... Kanlı bir mesele için orada bulunduğumu bir yerlerden duymuşlar anlaşılan. Derken, ben bu kaz açmazından nasıl kurtulacağım diye kara kara düşünürken, kulübelerden birinin arkasından küçücük, bacak kadar bir kız çocuğu fırlayıp sürünün üstüne doğru çığlık çığlığa koşturdu. Kazlar bu heybetli savaşçı karşısında ürkmüş olacak ki (boyları aşağı yukarı aynı seviyedeydi gerçi) hemen dağıldılar. Kazları bol, kızları delikanlı bir memlekete gelmiştim belli ki...
Ben daha karşılama komitesiyle karşılaşmanın şokunu üstümden atamadan bu sefer de çilli bir horoz dikildi karşıma. Sadece dikilmekle kalsa iyi, bir de dik dik bakıp şişiniyor. Tüyleri de beyaz üstüne siyah beneklerden ibaret. Ben diyeyim leopar, siz deyin çita kürkü kuşanmış sanki hayvan. Bir cakalar, bir çalımlar... "Haydaaa..." dedim, "bu da köyün muhtarı herhâlde." Horoz bana şöyle bir baktı, "Bana bak genç, buralar benden sorulur ona göre," der gibi bir kabardı, sonra da çalım ata ata uzaklaştı.
"Oh, bundan da yırttık," deyip arkamı dönmemle küçücük bir keçi yavrusuyla burun buruna gelmem bir oldu. "Nee?" dedim. "Meee!" diye cevap verdi. Mantıklı hayvan... O sırada da yanımda Metin Abi vardı. "Ben bunu öperim!" diye aşka gelip keçinin üstüne koşturdu. Ufaklık da, "Ben bundan kaçarım!" diyerek bir koştu... bir sıçradı... Aman yarabbi, sanki keçi değil, Süpermen! O minnak şey öyle bir havaya sıçradı ki benim boyumu aşıp yanımdan uçuverdi resmen. Ben de ağır çekimde, ağzım zarafetle bir karış açık vaziyette onu gözlerimle öylece takip ediverdim.
Sonra bir sülün gördüm, hatta hayatımda ilk defa sülün sesi duydum. Biraz ileride bembeyaz güvercinlere rastladım, üzerlerinde bir tanecik bile siyah benek yoktu. Danalar, ördekler, kuzular derken köye inen masum şehirli misali yerimi yurdumu iyice şaşırdım. Hatta kendimi Heidi çizgi filminde gibi hissetmeye başladım. Hani bir köşeden, "Haydiiii! Haaaaydiiiii!" diye şarkı söyleyerek çıksa şaşırmazdım.
Derken tam o sırada arkamdan bir ses duyuldu. "Haydeeee!" Dedim geldi! Vallahi de Heidi geldi! Siyah saçlı, al yanaklı, pembe kıyafetli bir kız görme beklentisiyle yavaşça arkama döndüm... Ak saçlı, çalı sakallı, kaba görünüşlü bir ihtiyarla karşılaştım. Mandıra sahibi... "Haydeee," dedi bir daha. "Sökülün kurban paralarını, haydeee!"
Söküldüm...
Müebbet muhabbet
Üstüm başım, yüzüm gözüm kan olmuş bir vaziyette yine veterinere gittik dün. Adam orayı dağladı, dikiş attı, bir daha gagalayamasın yarasını diye de kafasına bu koniyi taktı.
Şimdi çay kaşığıyla yem ve su veriyoruz beyime. O ise hâlâ şaklabanlık peşinde. Koniyi çıkarmak için geri geri koşuyor, bizi kandırıp aparatı çıkarttırmak için kafasını okşatıyor (hiç yapmaz). Bir yandan üzülüyorum bir yandan da gülüyorum kerataya.
Şuncacık can, nasıl da içini acıtıyor insanın... 9 yıllık arkadaşımız sonuçta. Dua ediyoruz şimdi iyileşsin diye.
Na-niii! Na-nii!
Bir-iki hafta önce muhabbet kuşumu kan revan içinde veterinere yetiştirmiştim. Her hafta kontrole gidiyoruz şimdi, pansumanı yapılıyor.
Dün akşam da tam iftar vaktinde canım annemin eli iki yerden birden çok fena kesildi, her yere kanlar fışkırdı. Turnike yaptık, acile götürdük apar topar. Dikiş attılar, 1 hafta elini suya sokmayacaksın dediler. (Bilin bakalım yemek ve bulaşıklar kime kaldı :P) Şimdi de annemi götüreceğim günaşırı kontrole.
Panik anında araba nasıl sürülür, kan nasıl durdurulur, kırmızı ışıkta nasıl geçilir, şehrin en izbe köşelerindeki nöbetçi eczaneler nasıl bulunur, ara sokakta yol vermeyen şoförlere nasıl küfredilir, arkada annenizin olduğunu hatırlayıp nasıl kızarılır... Hepsini öğrendim!
Meslek değiştirip ambulans şoförü mü olsam acaba? (Olacakları görür gibiyim...)
Güncelleme
Ağustos Güncellemesi
Son zamanlarda hayatımda olan değişimleri ve olayları paylaşmak için bu yazıyı yazıyorum.
Bisikletten haber var
Geçen hafta içi iki kere bisiklet jant telini kırdım. İkincisinde anladım ki tüm telleri değiştirmeden bu iş çözülmeyecek. Bu yüzden tüm telleri mi değiştirsem yoksa jant setini komple mi yenilesem diye düşünürken imdadıma BGB’den Ayhan yetişti. Kendisinde boşta duran bir set varmış. Geçen hafta Perşembe (17 Ağustos) günü iş çıkışı soluğu önce Ayhan’ın yanında sonra da Anka Bike’ta aldım. Hafta sonu kampta olduğum için ancak dün (22 Ağustos) bisikleti alabildim. Yeni jantlı hali şu şekilde:
Bu olaylar sonrası ilk kez yarın (24 Ağustos) bisiklet süreceğim. Cumartesi günü de çok güzel bir Kurtboğazı turu beni bekliyor. Sonrasında ise tatili fırsat bilip Sakarya’da Granfondo Marmara parkuruna yakın sürüşler yapmaya çalışacağım.
Bu arada 1 Ekim tarihinde BGB olarak Temelliye sürüşümüz olacak. Konu ile ilgili detayları tarih yaklaştıkça paylaşacağım.
Bisiklet sürmeye başladıktan sonra ihtiyaçlar yavaş yavaş belirginleşiyor. Muhtemelen 2018 yılı içerisinde bisikletime eklemeyi düşündüğüm malzemelerden bir kaçını paylaşayım.
Kayiprihtim.com
Geçtiğimiz ayın son günlerinde -eskilerden Blog Dergisi’nden arkadaşım- İhsan Tatari (namıdiğer MİT) kayiprihtim.com sunucularında bir problem olduğuna dair bir facebook mesajı paylaşmıştı:
Ben de boş durmayıp yardıma koştum doğal olarak. Bu sürede sistemde bulunan bir çok sorunu çözdük. Fantastik kurgu ekseninde güzel bir platform. Takip etmeyen fantastik kurgu severlere duyrulur.
Bir taraftan sunucuları adam etmekle uğraşırken Kayıp Rıhtım için yazar arandığına dair bir duyuru sosyal medyada yayıldı. Epeydir bir mecrada yazmak isteyen bendeniz bu fırsatı da tepmedi. Sistem tarafında teknik işlerin yanı sıra artık resmi olarak Kayıp Rıhtım ekibinde yazar olarak yerimi aldım. Henüz bir yazım yayınlanmadı fakat çok yakındır.
Bu arada yazı işleri ile ilgili iş takibini de Fly Spray ile daha düzenli hale getirmek için kolları sıvadık. Mit ve Hakan Tunç ( magicalbronze) ile birlikte temel ayarları ve işleyişi oturttuk. Yakında tüm çalışmaları bu platform üzerinden yaparız.
Hack in Forest #2
İlkini Yedigöller’de yaptığımız Hack in Forest etkinliğinin ikincisini Amasra’da gerçekleştirdik. Dinlendirici ve feyiz dolu bir etkinlik oldu. İlkinde olduğu gibi yine bilgi/tecrübe paylaşımının ve fikir alışverişinin doruklarında gezdik. Yakında video ve resim paylaşımlarıyla detaylı bir açıklama yaparız.
Swift
Hack in Forest #1'de tanıştığım Yiğit Yılmaz’dan feyiz alıp ios geliştirme yapmaya niyetlendim. Sağolsun kendisi nereden başlayacağıma dair güzel bilgiler verdi. Yakında Swift ile ilgili çalışmalara başlayacağım.
Football Manager 2018
Dizi izlemeyi Stargate, Oyun oynamayı Commandos sonrası bırakan biri olarak sanırım uzun yıllardır sıkılmadan oynadığım tek oyun FM. 2013 yılından beri her yıl istisnasız alıyorum.
2018 sürümü 10 Kasım tarihinde piyasada olacak. Bense her sene olduğu gibi ön satıştan alacağım. Bu sene geçmiş senelere göre farklı planlarım var. Şimdilik detaya girmeyeyim fakat 2018 sürümü ile birlikte Youtube üzerinde ilginç bir kanal denemesi yapacağım.
Kısacası yoğun geçen bir ay oldu ve bu yoğunluk uzun bir süre devam edecek gibi.
Güncelleme was originally published in ozgurkuru on Medium, where people are continuing the conversation by highlighting and responding to this story.